GURBAN
- Ayrıntılar
- Üst Kategori: Hakiki Kabakçı
Sen köyü atıp gittiğinden günden beri.
Çay dere şarıl şarıl akmıyor gurban.
Aşikar evlendir diyor, yırtıldı yüzdeki deri.
Gençler ayakkabıya çivi çakmıyor gurban.
Kalmadı köyün o bildiğin neşesi.
Yetmiyor ötmeye horozun nefesi.
Kabus oldu ekmekçinin korna sesi.
Kimse artık fırın yakmıyor gurban
Düğün olunca bütün köylü oynardı.
Ölüm olunca hep beraber yanardı.
Şehirde dostluk ölmüş diye kınardı.
Kimse komşu kapısından bakmıyor gurban
Kerpiç ev,yazın serin kışın sıcak olurdu.
Bostanda döl olur,tevek olur,ocak olurdu.
Helanın kabağı tam bir kucak olurdu.
Artık şememeler bile kokmuyor gurban
Beğenilmiyor Birinci Bafra türü cigara.
Ömer diye hitap ediliyor bildiğimizOmara.
Eskiden Menderesli halı taktığımız duvara.
Kimse artık kuran bile takmıyor gurban
Gölge ne güzel çalışmaya yok derman.
Elden düşeli çok oldu yün ile kirman.
Aynı gün tarlada bitiyor artık harman.
Kimse sapı harman yerine yıkmıyor gurban.
Unutuldu şinikler.kulaçlar adımlar.
Parayla artık komşuya yapılan yardımlar.
Yıllar oldu sayadan sıyrılalı kadınlar.
Kimsenin bileğini kolcak sıkmıyor gurban.
Kuzine üstünde güğüm fokur fokurdu.
Kızlar gelinler heybe kilim dokurdu.
Hoca efendi şerefede ezan okurdu.
Artık imam minareye çıkmıyor gurban.
Kabakçı der sözlerimde yoktur horata.
Üç dönümlük pancara devlet koydu kota.
Çıkanıda verdik tohuma gübreye mazota
Artık köylü arpa bile ekmiyor gurban
Hakiki kabakçı
İslam’da Birlik ve Beraberliğin Önemi
- Ayrıntılar
- Üst Kategori: Cuma Hutbesi
Milletleri yaşatan, ilerleten ve yükselten sihirli kuvvet, birlik ve beraberlikleridir. Birlik ve beraberlikten yoksun olan toplumların, dünya milletleri arasında istenilen yerini almasına imkan yoktur. Bir milletin birliği ve beraberliği çeşitli nedenlerle zayıflarsa veya bozulursa o ülkede ilerleme ve yükselme olmayacağı gibi, o milletin istikbalini koruması da zorlaşır, hatta imkansız hale gelir.
Bir toplumda, milli birlik ve beraberliğin sağlanması için o toplumda yaşayan herkese bir takım görevler düşmektedir. Bu görevlerin başında, fertlerin kendi çıkarlarını bir yana bırakıp, milletinin çıkarlarını ön plana alarak bunların gerçekleşmesi için çalışması gelir. Herkes kendi görevini eksiksiz yaptığı, milleti ve vatanı için istenilen feragati ve fedakarlığı gösterdiği sürece o toplumda ilerleme, yükselme, huzur, sükûn ve güven vardır. Aksi takdirde birlik ve beraberlik, dirlik ve huzur bozulur, güven sarsılır.
Milletimizin yükselmesi, bizlerin birlik ve beraberlik içinde bulunmamıza bağlıdır. Birliğin olmadığı yerde dağılma, parçalanıp bölünme, kin, nefret ve düşmanlık vardır. Nitekim Yüce Rabbimiz (c c ) Kur’an-ı Kerim’de: “Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın, Allah’ın size olan nimetini anın. Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi ondan kurtardı. Allah, hidayete eresiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.” (1) buyurarak birliğin önemini, düşmanlığın, çekişmenin ve dağılıp parçalanmanın tehlikelerini bizlere beyan etmiştir.
Büyük milletimizin tarihi boyunca elde ettiği şanlı zaferlerin, ortaya koyduğu kahramanlık destanlarının, kurduğu medeniyetlerin, dünyaya ışık olacak nitelikte geliştirdiği kültürlerin temelinde hiç şüphesiz fertleri arasında gerçekleştirdiği birlik ve kardeşlik ruhu yatmaktadır.
Savaşta ve barışta, hep aynı ruh ayakta tutulmuş, birliğimizi bozan çeşitli cereyanlardan kaçınılmıştır. Yüce Allah’ın “Mü’minler ancak kardeştir”(2) emrine gönülden bağlanmış olan atalarımız, bütün müslümanları kardeş bilmiş ve aralarında hiçbir ayrım yapmamıştır. İşte asırlar boyunca milletimize hakim olan ruh, bu ruhtur.
Sakarya’da, Kocatepe’de, Çanakkale’de, Dumlupınar’da ve nihayet Kıbrıs’ta bize ışık tutan, gücümüze güç katan, vatanı her şeyden üstün tutan ruh da yine birlik ve kardeşlik ruhudur.
Hutbemi bir hadis-i şerifin mealiyle bitiriyorum: “Müslüman müslümanın kardeşidir… Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.” (3)
1- Al-i İmran; 3/103
2- Hucurat; 49/10
3- Riyazü’s-Salihîn Terc. C.1, Sh. 275
Baskı Gören Çocuk,Öz Güvenini Kaybeder
- Ayrıntılar
- Üst Kategori: Sizden Gelenler
'Oraya çıkmaya çalışma,düşersin,sonra kolun kanar' 'merdivenden tek başına inmeye kalkma,düşersin,bacağın kırılır'
'koşma,canın yanar,hastahaneye götürmek zorunda kalırız,doktor iğne yapar' gibi çocuğun özerk ve girişimci nitelikteki davranışlarının sürekli felaketlere yol açabileceği duygusunun verilmesi yanlıştır.Bu durum çocuğu,kendi başına karar veremeyen,ürkek,pasif,çekingen hale getirebilir,öz güven kaybına yol açabilir.
Ebeveynlerin,çocuklarını korumak zorunda olduğunu,ancak bunu yaparken dozunun ayarlanması gerektiğini ifade ederek,"bu ayarlanırken çocuk,eylemlerinin sonuçlarına ilişkin korkutulmamalıdır.Bu tür tutumlar,çocukta anne ve babadan ayrılma kaygısı yaşamasına yol açabilir.O zaman da çocuk,yanında anne babası olmadan hareket edemez,karar veremez,birey olamaz ve özerkliğini kazanamaz."uyarısında bulundu.Ayrılma kaygısının gelişmesi halinde öğretim döneminde "okul reddi"ne yol açabilir.
Bazı anne babaların,çocuğun yerine herşeyi yapma eğiliminde olduğunda;"bunun ebeveynlerce bazen zamansızlıktan,yoğun iş temposundan,bazen titizlikten,mükemmelliyetçilik anlayışından,bazen de çocuğun kendi başına beceremeyeceği endişesi ile yapmaktadırlar.Bu tutumun çocuğun okul öncesi dönemde kazanabileceği becerileri olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
02.01.2010
Ertuğrul ALTINEL
Emekli,Emirdağ Huzur Evi Müdürü
Eskişehir
Mutluluğun Formülü Varmıdır ?
- Ayrıntılar
- Üst Kategori: Sizden Gelenler
60´lı yıllarda başlayan ve dalga dalga tüm Batı Avrupa´yı sarmalayan ve 90´lı yılların başına kadar yaklaşık 30 yıl süren genel mutluluk manzarası yerle bir oldu !
Aynı 20 yıl önce, 1989 da yıkılan Berlin Duvarı gibi…
Günümüzde ise mutluluk peşinde koşmaktan bitap düşmüş Avrupalı mutsuzluk içinde çırpınıyor.
Filmlerde, kitaplarda, iktisatçıların araştırmalarında, her yerde, her an, ondan bahsediliyor…
Anvers yakınlarında bir okulun birinci sınıfında "mutluluk bilimleri" dersi verilmeye başlandı !
***
"Mutlu olmak" bu asrın başında birincil öncelik olarak entegre oldu yaşam felsefelerine.
Avrobarometre´ye göre, 2009 ilkbaharında yaşamlarından mutlu olduklarını ifade eden Belçikalı oranı % 91 idi.
Ve bu oranla, İskandinav ülkeleri ve Lüksemburg´un ardından Avrupa altıncısıydılar.
Ekonomik krize, Fortis´in satışına ve tüm olumsuzluklara rağmen 10 üzerinden 6,9 puan veriyorlardı yaşam standartlarına…
Ankete katılan % 15 kadarı ise, yani mutlu azınlık, 10 üzerinden 9 veriyordu.
***
Mutluluk arayışı bütün kültürlerde mevcut evrensel bir içgüdü…
Nerede insan varsa, orada mutlaka mutluluk arayışı da vardır.
Mutluluk kavramı ABD´de Anayasa´ya bile yazılmış.
Ve işte yine aynı ABD´de pozitif psikoloji rüzgârları esmeye başladı.
Bu akım Avrupa´da da yankı bulmaya başladı.
90´lı yılların başlarında Atlantik ötesinde başlayan araştırmalara göre birey beyin yapısına etki edebilir, mutluluk derecesini ayarlayabilir, bu amaçla değişik teknikler (meditasyon, spor…) kullanabilir, ve nesneleri algılama şeklini değiştirebilir.
Ve bunları geçmişe takılı kalmadan ve gelecekten korkmadan yapabilir…
İşte bu pozitif psikoloji kurallarına göre kişilerin mutluluğunun % 50 si genetik belirleyicilere, % 10 u yaşam çevresine (sağlık, para, konut, istihdam,…) ve % 40 ı ise iradesel etkinliklere, yeni fazilet dairesine dahil olmaya, bağlıymış…
Yani onlara göre mutluluk mutluğu getirir ve mutluluk bulaşıcıdır gibi bir durum sözkonusu olan !
Önemli olan derin olmasa da pozitif heyecanlar yaşamakmış.
Yani arada bir derin heyecan değil, hafif de olsalar sık sık yaşanan küçük, küçücük, önemsiz gibi algılanan heyecanları çoğaltmak ; iyimserlik havuzunda serinlemek gerekliymiş…
***
Peki mutluluğun formülü var mıdır ?
Diğer bir deyişle insanı mutlu kılan nedir ?
Belli bir ekonomik kalkınma düzeyinden sonra kesinlikle para değil !
Yani kısaca "Parasızlık mutsuz kılabilir, fakat çok parası olanlar çok mutlu olur" diye bir kural yoktur.
Ve parası çok olanlar genellikle hayatın küçük zevklerinden yararlanamıyorlar…
Tatmin edilen bir arzunun yerini hemen başka bir arzu alıyor ve mutlu olduklarını hissetmeye zaman bulamıyorlar.
Mutluluğa etki eden diğer göstergeler arasında sosyal çevre, inançlar – inançlı insanlar daha mutlu oluyormuş – eşli veya aileli olmak ve sağlık durumu sıralanıyor.
***
Avrupalı kolay kolay mutluyum demez ve mutlu olsa da göstermez.
"Mutlu aptal" deyimi daha çok Avrupa´da kullanılır.
Mutluluğun kişinin kendi iradesine bağlı olduğu iddiasını liberal ideolojinin desteklediğini söylemeye gerek yok sanırım.
Liberalizm, yani özgürlükçülük bireysel atılım ve girişimleri kamçılar.
Başarırsanız ne alâ…
Halbuki başarısızlığın maliyeti çok ağır olabilir ve altında kalabilirsiniz…
Yaşamak, yakışıklı veya güzel kalmak ve olabildiğince uzun zaman sağlıklı kalmak kim istemez ?
Peki herkesin estetik cerrahiye veya doping ilaçlarına yetecek parası var mı ?
Şimdi "istersen başarırsın" modası yaşanıyor her alanda…
Koskoca bir yalan…
Zira dünyaya gelen hiç kimse ailesini ve genetik yapısını seçmiyor ; kendinde buluyor.
Yarış eşitler arasında aynı kurallara bağlı olarak yapılırsa anlamlıdır !
Gerçekte ise, hiç kimse mükemmel değildir, olamaz, zira mükemmellik Allah´a mahsustur.
***
Yeni bir akım belirginleşmeye başladı bile…
Belki de Avusturyalı İvan İllitch´in "Küçük Güzeldir/Small is beautiful" başlıklı kitabı ile başlamıştı 1973 yılında.
Çevrecilerin siyasi mücadelesinin katkıları da inkar edilemez şüphesiz.
Günümüzde eski elektronik eşyalar çöpe atılıp en yeni modellerin üzerine atlanmıyor.
Başta enerji konusunda olmak üzere, tasarruf önlemleri alınıyor…
Küçük mutluluklar kovalanıyor, keyif veren mekanlarda kahve içiliyor, sıcak banyolar yapılıyor, takas dükkanlarına gidiliyor, karşılıklı kıyaklar yapılıyor, balkonda maydanoz yetiştiriliyor ve yemek hazırlama derslerine gidiliyor…
Sakin bir eda ile, stresten kaçarak, molalar vererek ; hayatın tadına vararak…
Doğala, gerçeğe, öze dönüş başladı !
Örneğin ben dün plakamı teslim ettim, araba kullanmamaya karar verdim.
Hem sağlığım, hem de sağlayacağım maddi tasarruf için.
Türkiye´deki çocukluğuma geri döndüm bir anlamda…
Şimdi basit yaşama ve ihtiyacın kadar tüketme dönemi.
Bu dönüşüm dünden bugüne, hemen olacak, gerçekleşecek bir fenomen değil elbette !
Ama başladığını ben hissediyorum, görüyorum ve yaşıyorum.
2009 da tüketim ve satınalım alışkanlıklarını değiştirenlerin oranı % 20.
Hiç yabana atılacak bir rakam değil.
***
Fransız yazar Jules Renard (1864-1910) "Mutluluğun evi inşa edilse, en büyük odası bekleme salonu olurdu" diyerek uyarıyor sabırsızları.
Bence son derece haklı olarak.
Yine başka bir Fransız olan şair Jacques Prévert (1900-1977) ise "Mutluluğumu giderken yaptığı gürültüden tanıdım" dediği harikulade cümlesinde sahip oldukları mutluluğun farkında olmayan aymazları ne güzel dile getirmiş…
Benim şahsi kanaatim odur ki mutluluğa giden yol şükretmekten geçer…
Yakup Yurt ©
Brüksel, 02 Ocak 2010
Nefis Muhasebesi
- Ayrıntılar
- Üst Kategori: Cuma Hutbesi
Yüce Allah, imtihan dünyasına gönderdiği insanı, hem hayrı, hem de şerri işlemeye kabiliyetli olarak yaratmıştır. Daha sonra peygamberler ve kitaplar göndermek suretiyle doğru ve yanlışı açıkça beyan ederek; helal ve haram ölçülerini koymuştur. Helal ve güzel olanı yapmanın iyi olacağını bildirerek, insanı daima hayra teşvik etmiştir. Sonra da imtihana tabi tutmak üzere, akıl ve irade verdiği insanı, hayır veya şer yolunu tercih etmekte serbest bırakmıştır. Ne var ki; çoğu zaman insanın nefsi, şeytanın da saptırması ve süslemesiyle, helal ve meşru olanlardan ziyade haramlara heves eder. Haramlar ve yasaklar ona daha cazip ve güzel gelir.
Bu sebeple insanoğlu, ölüm anı gelinceye kadar, nefsinin aşırı ve çirkin istekleriyle mücadele etmek ve İslamın emirlerini yapmakla görevlidir. Bu hal müminin en önemli vasıflarından biridir. Fakat bunu gerçekleştirmek o kadar da kolay değildir. Her şeyden önce, sürekli ve bilinçli bir nefis muhasebesine ihtiyaç vardır. Bu anlamda nefis muhasebesi; kişinin kendi ile yüzleşmesi, kendisini kontrol etmesi ve hesaba çekmesidir. Rabbimiz, Kur’an-ı Kerimde kendilerini hesaba çekip, gönüllerini günahlardan arındıran ve takva yolunu tercih ederek nefislerini terbiye eden kullarına şu müjdeyi vermektedir: “Kim de Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.”(1)
Nefis muhasebesi yapmak, aynı zamanda akıl ve irade sahibi olmanın bir gereğidir. İnsanların Allah’a kulluk görevini hakkıyla yerine getirebilmesi, dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşabilmesi için bu zorunludur. Nitekim Kur’an-ı Kerimde: “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.”(2) buyrulmaktadır. Nefis, sorgusuzca kendisine tabi olan sahiplerine, hem sürekli yanlışlıklar yaptırır, hem de ahirette kurtulabileceğine dair ümitler verir. Bu durumda kişi, hem dünyada Allah’a isyan eder, hem de ahirette cennete girmeyi ümit eder. Yanlış yolda olduğunun farkında olmasına rağmen, ‘kalbinin temiz olduğunu zanneder ve buna güvenir. Sevgili peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kişi, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise, nefsinin arzularına tabi olan ve Allah’tan (olmayacak şeyler) temenni edip duran kimsedir.”(3)
Yeni bir yıla girdiğimiz bu günlerde, ömür sermayemizden koca bir yılı nasıl tükettiğimizin etraflı bir muhasebesini yapalım. Her an yüce Allah’ın, gözetiminde olduğumuz bilinciyle, geçmiş hata ve günahlarımızı hatırlayıp, bunların hesabını nasıl vereceğimizi düşünelim. Hutbemi bir ayetin mealiyle bitirmek istiyorum: “Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının ziynetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.”(4)
(1) Naziat, 40-41
(2) Yusuf, 53
(3) İbn Mâce, Zühd, 31
(4) Kehf, 28.
Rakı, Balık, Bir De Kayık
- Ayrıntılar
- Üst Kategori: Yüksel Önaçan
Yeni yılın bu ilk saatlerinde –ki; ayarlı saatler 02.29'u gösteriyordu,- apartman giriş kapısı açıktı. Dört ve altıncı katların salonlarından ışık taşıyordu sadece.
"- Ayyaşlar uyumamışlar hâlâ," dedi, onu asansöre ulaştıran üç basamağı çıkarken.
Asansör düğmesine basmasına gerek yoktu. Asansör kattaydı. Açtı, girdi. Üçüncü katın düğmesine basacağı sırada yayvan yayvan gülümsedi. Sonra sağ ayakkabısını çıkardı; asansörün kapısını açtı ve kapanmasın diye ayakkabıyı pervaza koydu. Asansör katındaki dairelerin zillerine basarken:
"- Rakı, balık, bir de kayık," diye, bir makam tutturdu.
İlk bastığı zilin olduğu kapının gerisinden bir ses gelince koşarak asansöre bindi, ayakkabısını çekti aldı; katının düğmesine bastı.
Kapıyı açan karısı önce elindeki ayakkabıya, sonra ayaklarına baktı hoşnutsuzlukla. Onun geçmesi için kapıyla beraber duvara çekildi.
"- Rakı, balık, bir de kayık; bakma hanım alık alık."
Elindeki ayakkabıyı bıraktı, lastiği patlak otomobil gibi salona yöneldi.
"- Rakı, balık, bir de kayık; yap bi kahve be analık! Pardon hanımcık!.. Ama olmuyor, uymuyor böyle! Bakma öyle alık alık!"
Uykulu ve uykusuz iki çift göz taşıyan bir çift baş uzandı salona. Oğlanla ablası arasında hayli yaş farkı olduğu belliydi.
"- Oooooo, kızım gelmiş. Nassı dersler kızım?"
Kız öğrenci yurdu işletmecisi peşinde binlerce lira borç bırakıp kaçınca, üniversiteli onca kız ortalıkta şaşkın ördek gibi kalmış, üniversitede ilk yılı olan Buse de ne yapacağını sormak için ani bir kararla eve, babasına gelmişti.
"- Baba, hani bana bira içirecektin?" dedi, 'babasının evinin erkeği.'
Baba, cebinden rakı şişesini çıkarırken:
"- Bira olmaz da rakı olur be evimin erkeği," derken, üzerinde soğumuş pilav içli tavuk, üzerinde 2010 yazan beyaz bir pasta, mumlar, meyveler ve kendini koyuvermiş koca bir tabak salata olan masaya doğru yürüdü.
Rakı bardağına rakısını koyarken:
"- Rakı, balık, bir de kayık! Bakma hanım alık alık, buz getir buz!"
Kadın bezgin bezgin mutfağa geçerken, bir yatakta kardeşine sarılmış kızının ona fısıltıyla anlatmakta olduğu masala kulak verdi:
"- Yorgun olan baba, doğruca evine gelirmiş. Evde onu bekleyenler, …"
"- Rakı, balık, bir de kayık! Sallanma be hanım alık alık! Hani buuz!"
Kadın, elinde buzlarla mutfaktan çıkarken neredeyse kocasıyla çarpışıyordu. Kocası, iki eli de ağzında, lavobaya koşuyordu.
Öğürmeler daireden koridora taştı. Her öğürtüde, nakarat yarıda kesiliyordu.
"- Rakı, balık, …"
Kadın, masadan örtüyle birlikte düşen yiyecekleri toplarken nakarat değişti:
"- Tövbe, tövbe, içmem, içmem, ööööööööööö!"
"- Her gece aynı tövbeler," diye, mırıldanırken kadın, öğürtüler arasındaki kelimeler farklılaşıyordu:
"- Yanlış kayığa bindim yine. Ah bu arkadaşlar. Esas kayık dururken, …"
Kadın, salonu temizleyip, lavobaya girdiğinde kocası sızmıştı. Bir bezle ağzını silip, kızına seslendi. Birlikte yatağına taşıdılar.
Sonra kadın, komodini açıp, kızının teşvikiyle aldığı kırmızı iç çamaşırları çıkardı. Bir süre ana-kız gözgöze bakıştılar. Kadın, acıyla gülümsedi. Mutfağa yürüdü. Siyah bir poşetin içerisine kırmızı iç çamaşırları koyup, çöpe attı.
Ezan sesiyle birlikte hava ağarıyordu.
Yayla da Bahar
- Ayrıntılar
- Üst Kategori: Sizden Gelenler
Çoban Türküleri okşar içimi
Kaval seslerinde şen bülbül vardır
Yaylakadaki yurdlar bekler göçümü
Guruba karışmış ince tül vardır
Göğsü yeşillenen Emirdağları
Koynunda büyütür irem bağları
Kuşlar kanadında taşır çağları
Yavşanlar içinde gonca gül vardır
Turnam selam götür doğduğum yere
Gönüllere aksın yine Çaydere
Gölcük yaylasında yılda bir kere
Çiğdemler içinde mor sümbül vardır
Yellibel’den gelir gök gürültüsü
Oluklu da yarpız yerin örtüsü
Hasreti dindirir yayla türküsü
Karakovanlarda taze bal vardır
Sitare çiçekli tekne çukuru
Küdüklü Alıçlı Karaçamuru
Ağıllıkkaya da karar hamuru
Sönmüş ocaklarında sıcak kül vardır
Dona da akmeşe, Dandında sedir
Zibetli Yassıyurd kuytu yerdedir
Kızdoğdu açılan pembe güldedir
Yağlıpınarında uçan çil vardır
Gedikte Seki de ötüşür kuşlar
Göğüste guytuluk yapılır taşlar
Tahta sofralarda yenilir aşlar
Ocak başlarında tatlı dil vardır
Boynunda gümbürdek dağlıç koyunun
Yayla sevdasıdır oğuz soyunun
Çifte topakevli türkmen Beyinin
Atının sırtında örme çul vardır
Fikret Akın’ın basılmakta olan 7 Şiir Kitabı
Hüzünlü Bahar ‘dan alınmıştır
Sayfa 411 / 474