Hatice Karakaya
EMİRDAĞLI Hatice Karakaya; Belçika’da kurulu bulunan Turkse Unie Derneğin (Aktif Dernekler Birliği)’nde, ‘’sosyal danışman -proje yöneticisi’’ olarak görev yapmaktadır.
Aslen Emirdağ/Kurudere Köyündendir… 27.01.1982 yılında Belçika’nın Gent şehrinde doğdu. İdari sekreterlik eğitimini aynı şehirde aldı. Emirdağ halkının yoğun olarak Belçika’ya göç etmesi sonucu bugün gelinen noktada dünün geçici işçi çocukları bürokrat, iş insanı, işveren, kanaat önderi gibi alanlarda büyük başarılar elde etmektedir. İşte bunlardan biri de pek derneğe sosyal danışmanlık yapan Hatice Karakaya’dır. Düşünce, hayâl ve tasarımlarını hayata geçiren Karakaya; çalışkanlığı, sosyal ve kültürel alanda yaptığı etkinliklerle Belçika Türk toplumunda rol-model bir hanımefendidir.
Belçika’da kurulu bulunan Turkse Unie Derneğinde (Aktif Dernekler Birliği) sosyal danışman olarak görev yapmaktadır. Çocukluğundan beri dernek etkinliklerinin içinde bulundu. 16-17 yaşlarından itibaren de aynı kurumda yaz dönemlerinde meslek öğrencisi olarak çalıştı. O zamanlardan beri de çeşitli derneklerde gönüllü olarak çalışmaya devam etti. Profesyonel olarak 2013 yılından beri Turkse Unie Derneğinde çalışmaktadır.
Turkse Unie Gent Şubesinde özellikle kadınlara yönelik eğitim ve sosyal çalışmalar yapılmaktadır. Turkse Unie, kendisine bağlı olan bütün derneklere ihtiyaçları olan her konuda ve her projede destek vermektedir. Gent’teki projelerinde ise kadınlara yönelik eğitim ve sosyal çalışmalar ağırlık kazanmaktadır.
HÜZÜNLÜ YALNIZLIKLARIN ŞAİRİ : RABİA BARIŞ
Rabia Barış hüzünlü yalnızlıkların şairidir. Bunun nedeni ise şiirlerinde ana temanın hüzün ve yalnızlık olmasıdır. Şiirleri günümüz edebiyat dergilerinde ve mahalli gazetelerde yayınlanmaktadır. Rabia Barış, farklı konularda çok sayıda şiire imza atmış olsa da hemen hepsinde genel temanın hüzün ve yalnızlık olduğu ilk bakışta göze çarpar.
1949 yılının karlı, çetin bir kış günü Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinde dünyaya gözlerini açan şairin edebiyata ilgisi küçük yaşlarda başlar. Şiirlerini eğitim hayatının ilk yıllarında kaleme alan Barış’ın bu ilgisi 1970’lerin başlarında yoğunlaşır ve her geçen yıl bir tutkuya dönüşür.
Eserleri bugüne kadar ellinin üstünde kitap ve şiir antolojilerinde yer almış, çeşitli edebiyat dergilerinde ve çok sayıda gazetede yayınlamıştır. İlk kitabı “Çile Çiçeği” 1997 yılında okuyucuyla buluşmuştur. Kitabında yer alan şiirlerin bazıları bestelenmiştir. “Gurbet Akşamlarında” isimli ikinci kitabı 2005 yılında okuyucuyla buluşmuştur. Gönülden Damlalar adlı eseri 2013 okuyucusuyla buluşmaktadır. 1996’dan bu yana Türkiye genelinde açılan şiir yarışmalarına katılmış ve bugüne kadar kırk altı ödüle imza atmıştır.
2003, 2007 ve 2012 yıllarında Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü lisans öğrencileri, Prof. Dr. Halil Buttanrı’nın danışmanlığında Rabia Barış’ın hayatı, sanatı ve eserleri konulu lisans bitirme tezleri hazırlamıştır.
Şairin mahlası Rabia Sultan’dır ve bu mahlas kendisine şair Bekir Sıtkı ERDOĞAN tarafından verilmiştir.
Şair; şiirin, ifadenin özü, yüreğin sesi ve tüm dünyanın ortak dili olduğuna inanır. Ömrünü şiire adamış bir şiir aşığıdır Rabia Barış. Hemen her konuda yazar, rahat bir söyleyişi vardır. Dini-milli konularda duyarlılık sahibidir’’. Hayatımın projesi ‘’ dediği 40 kitap üzerinde çalışmaktadır. Serbest tarzda da şiirleri olmasına karşılık esas olarak şiirlerini hece ile yazmaktadır. Velut bir şairdir. Sürekli üretir. Unutulmaya yüz tutmuş nazım şekillerini kullanmayı sever. Onları yeniden canlandırır. Halk kültürü milli kültürün en önemli, en verimli kaynaklarında biridir. Halk şiiri ise bu kaynakların en etkin, en yaygın ve özgün kollarındandır. Rabia Barış, yaşayan en büyük halk şairleri arasındadır desek yeridir.
AŞIK MEHMET ALİ AKÇINAR
Kelimeler ak güvercinler misali yüreğinden kanatlanıyor gökyüzüne. Kır çiçekleri rayihalar dağıtıyor dizelerinde. İbrişim sarar gibi, kanaviçe işler gibi güzelliklerle donatıyor şiirini.
Bazen Karacaoğlan oluyor, Elif’in peşinde koşan. Bazen Köroğlu oluyor, zalim Bolu Beyi’ne başkaldırıyor. Bazen Yunus Emre oluyor, boyun büküyor olgun başaklar gibi. Ama her halükarda ozanca, âşıkça coşuyor, ozanca söylüyor, içten, art niyetsiz…
Şiiri su gibi akıyor, kaynağının berraklığı ve temizliğinde… Duru, temiz ve saf bir Türkçe… Gönüllere ılık ılık doluyor, bir anne şefkatiyle sarıp sarmalıyor insanı.
Mehmet Ali Akçınar, coşkunluğun ozanıdır. O doğaçlama söylediği şiirlerinde ele aldığı her konuyu estetik ölçülerde vermeyi bilir. Şiirin ahenk unsurlarını, edebi sanatlarını ustalıkla kullanılır.
Mehmet Ali Akçınar, tasavvufi eğitim ve terbiye görmüştür. Akçınar, Berşem adlı şiirinde ifade ettiği gibi henüz on bir yaşındayken rüyasında bade içerek âşık olur. Akçınar, gördüğü rüyayı şöyle anlatır: “On bir yaşlarındayken çobanlık yapıyordum, bir gün yolda giderken, arazide tahammül edilmeyecek bir uyku bastırdı ve mecburen yattım, uykumda Osmanlı elbiseli üç kişi geldi ve bunlar bana kırmızı bir bade verdiler. Ben içmem dediysem de ısrar ederek içeceksin dediler. “Sen kimsin?” dedim, biri “Ben Yunus Emre’yim”, öbürü “Ben Hacı Bektaş-ı Veli’yim” öbürü de “Ben Ahmet Yesevi’yim” dedi. Bir müddet badeyi içip içmeme konusunda tartıştık. Onlar içmem konusunda ısrarlı oldular. Bunun üzerine ben de içtim. Badeyi içer içmez hemen uyandım. Koyunların yarısı daha beni geçmemişti yani bir iki dakika ancak geçmişti. Sanki zaman içinde zamanı yaşamıştım.” şık, bu rüyanın ardından ilk yazdığı şiirlerini anlamsız ve yabancı bulduğunu ifade eder. Bir süre yazdığı şiirleri yırtıp atar. Ailesi de şiirlerinden endişe duymuş ve onun şiirden uzak durmasını istemiş, ancak Akçınar’ın yurtdışına çıkışı onun şiir yazmasında bir dönüm noktası olmuştur.
şık Akçınar, rüyasında gördüğü Türk ulularından kendi iç dünyasına “ledünnî” sırlar almıştır.
O, şiirlerini telden söyleme yerine dilden söylemeyi tercih etmektedir.
şık yaşayışının Ulu Türkistan ve Anadolu’daki dervişlik geleneğiyle de yakından ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Zira âşıkların yetişmesi geleneklerin belirlediği birtakım kurallara bağlıdır. Buna göre “Hak âşığı” veya “bâdeli âşık” denilen şairler daha çok rağbet görürdü. Genellikle şehir hayatından uzak kalan bâdeli âşıklar ya Köroğlu gibi “er dolusu bâde” içerek “kahraman âşık” olur, sevgilisi için sürekli ölümle karşı karşıya gelirler yahut da “pîr dolusu bâde” içerek “sade âşık” olur, senelerce sevgilisinin ardından gezerlerdi.
Akçınar: “Şiir yazmak sonradan olan bir şey değil. Yani genetikte olması lâzım, özellikle genetikte. Mesela benim anneannem şairdi, dedem de şairdi. Onların genetiğinden geçme bir şey bu. Herkes şiir yazabilir ama şair olamaz.” demektedir. Bu nedenle Mehmet Ali Akçınar’ın ustası yoktur, yetiştiği çevrede de ona usta olabilecek şairlerin olmadığını söylemiştir; ancak şiirlerini okuduğu ve hayran olduğu Abdurrahim Karakoç’u usta olarak kabul etmektedir.
“Geleceğe Nefes Ol” Kampanyasında 14 Bin Fidan Dikildi
Milli Ağaçlandırma Günü kapsamında “Geleceğe Nefes Ol” ağaçlandırma projesi için Emirdağ; kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle, öğrencisiyle siyasetçisiyle, sivil toplum örgütleri ve bürokratıyla birlikte 14 bin fidanı toprakla buluşturdu.
Adaçal Mevkiinde düzenlenen etkinlikte 13 hektarlık sahaya 13.500 tüplü sedir, 250 badem, 250 ceviz olmak üzere toplam 14 bin fidan dikildi.
Adaçal Mevkiinde gerçekleştirilen programa; Kaymakamı Osman Bilici, Emirdağ Belediye Başkanı Serkan Koyuncu, Gömü Belediye Başkanı Hakkı Tekin, kamu kurum müdürleri ve personelleri, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, öğrenciler ve çok sayıda vatandaş katıldı.
“Emirdağ’a Nefes Olmak Geleceğe Nefes Olmaktır”
Emirdağ’da kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle, öğrencisiyle siyasetçisiyle, sivil toplum örgütleriyle bürokratlarıyla hep birlikte fidanların toprakla buluşturulduğunu ifade eden Kaymakam Osman Bilici, “Emirdağ’a nefes olmak, geleceğe nefes olmak demektir.” Hep birlikte el ele verdiğimizde ne tür sonuçlar çıkacağını bugünkü organizasyonla görmek mümkün. Buraya gelirken, yolda çocuğunun elinden tutmuş yokuşu tırmanan bir sürü vatandaşımıza şahit olduk, yol kenarında yüzlerce araç gördük. Bugün burada bir şölen, bir festival var. Buraya gelerek “Ben de bu etkinlikte yer almak istiyorum” diyerek sahiplenen ve bu organizasyonda katkısı olan herkese teşekkür ediyorum.” dedi.
RESSAM NEVZAT ÇOPUR
Figürlerini renklerle şiirleştiren Çopur, Avrupa’nın sayılı ressamları arasındadır. Kendisi, sanatçı kimliğiyle doğruların peşinden yürür. Bu yüzden eserlerinin merkezinde insan olmasını ister. O, insanın bu dünyada başrol oynayan bir varlık olduğuna inanır. Aynı zamanda diğer varlıklardan farkı; düşünen, iyi ve kötüyü idrak eden bir canlı olmasıdır.
Çopur’un düşünce dünyası, sanatçı kimliğiyle daha da derinleşir: Dünya; doğruluk, güzellik ve iyilik adına yapılan bütün girişimlere rağmen adaletsizlik, acımasızlık ve kötülüğün yaşandığı bir mekân olmaya devam etmektedir. Bu haksızlıklara, kendisini insan olarak kabul eden herkesin kayıtsız kalması imkânsızdır. Bu durumda bütün insanlığa görev düşmektedir. Bu görevin yerine getirilmesinde sanatçıların ayrıcalıklı bir yeri bulunmaktadır.
İşte Çopur, eserlerinde görevinin mesajlarını aktarmaktadır. Sanatçı bu mesajlarını şekil ve sembollerle iletmektedir. Sevgi, saygı, barış, adalet... insana özgü ortak, üstün değerlerdir. Bütün insanlığın cevherinde bulunan bu etik değerler düşünceden davranışa yansımalıdır. Eylem hâline dönmeyen bir değerin kıymeti olabilir mi? Çopur, tablolarında soyut anlatımı öne çıkarır. Sevgi, elle tutulmaz gözle görülmez ama hissedilir, yaşanır. Saygı, barış ve adalet buna keza. Bu değerler satın alınmaz, aile, çevre ve eğitim yoluyla kazanılır. Maalesef bu etik değerler, bütün toplumlarda yozlaşmaya başladı.
Çopur’un analizlerine katılmamak mümkün değildir.
Her şey maddeyle ölçülür oldu. Değerlerini yitirmiş, kaybetmiş toplumlar yok olmaya mahkûmdur. Maalesef, haklının değil güçlünün muteber olduğu bir dünyada yaşanmaktadır.
Bu haksızlıklarla mücadele etmek için insanların birlik ve dayanışma içerisinde olması gerekir. Sanatçılar tarihte de devamlı topluma öncülük yapmışlar ve hâlâ da yapmaktadırlar.
O, sanatçı olarak mücadelesinin, yılmadan, usanmadan bu yönde çalışmalar yapmaya devam edeceğini belirtmektedir.
Çopur; akıl ve hoşgörü üzerine bir dünya kurulmasını, bunun da bilgi, inanç ve sanatla gerçekleşeceğini ümit etmektedir.
1961 yılında Eskişehir’de doğan Nevzat Çopur, ilk ve orta eğitimini Emirdağ’da tamamladı. Daha sonra Eskişehir Endüstri Meslek Lisesinden mezun oldu. 1974’ten beri Belçika’da olan ağabeyinin yanına 1979’da gitti.
Belçika’ya geldikten sonra bir yıla yakın, Fransızca dil kursuna devam etti.
1981 yılında, Brüksel Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nin yetenek sınavını kazanarak resim bölümüne kaydoldu. Dört yıl resim ve dört yıl da yağlı boya bölümlerinde öğrenim gördükten sonra, 1989 yılında Brüksel Vilayetinin vermiş olduğu üstünlük ödülüyle mezuniyeti hak kazandı.
Mezun olduktan sonra Türk toplumunun yoğun olarak yaşadığı Brüksel’in Schaerbeek semtinde, bir eğitim ve öğretim kurumu olan“Bouillon de Cultures” de göçmen çocuklara ve gençlere yönelik resim kursları, kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenledi.
Türk Şiirinde Bir Gönül Dostu: Kâmil Sayın
“Bir yiğit gurbete gitse” diye başlar türküler. Garipliğin kimsesizliği dokunaklı bir hüzünle dolar gözlere. Yabancısın, elsin, elginsin şimdi gurbet ellerde Gurbetle gariplik ikiz kardeştir, yurdundan yuvasından ayrılınlar için. Biri gözyaşı akıtır gözünden, diğeri ağıt yakar.
Gurbet ve garipliğin acısını en çok şairler ve yazarlar çeker. Çünkü şair ve yazarlarda sılaya, vatana bağlılık en üst seviyededir. Onlar, vatan- millet duygularını karasevda olarak hissederler. Karasevda onları yeni duygulara, yeni duyuşlara sürükler.
Kâmil Sayın, gurbeti çocukluğundan beri yaşayan bir şair olarak memleketinden ayrılışın üzüntüsünü şiirlerinde dile getirmiştir. 1978’den itibaren memleket hasretine bir de vatan özlemi eklenmiştir. Belçika’ya yerleşen şair Sayın;
‘’Ömrümüzün baharında
Büktü gurbet belimizi
Daha gençliğin çağında
Büktü gurbet belimizi
Anlayıp da bilemeden
Şad olup da gülemeden
Terimizi silemeden
Büktü gurbet belimizi
MUSTAFA KAYA’NIN ŞİİRİ
‘’Gökyüzüne bir şeyler anlatıyor bulutlar
Sanki eski bir hüznü taşıyor omuzunda
Hikâyeler değişmiyor, değişir yaşayanlar
Zaman içine geçmiş, kök salmış tüm zamanlar…’’ Şair, gökyüzüne bakarak bulutların eski bir hüznü taşıdığını, yaşayanların değiştiğini, buna karşılık hikâyelerin değişmediğini ve zamanın, zaman içine kök saldığını ifade ediyor. Bulutun taşıdığı metaforik anlamı şairden başka kim ifade edebilir? Şair, hayâl dünyasının uçsuz bucaksız bozkırında, yelesi rüzgârda dalgalanan bir atın üstünde bütün kaygılardan azade dolaşıp durur.
Yahya Kemâl, Deniz Türküsü başlıklı şiirinin sonunda;
‘’ Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.’’ diyerek insan olmanın temel özelliklerinden birini vurgular. Hayâl kurmak, şiirin vazgeçilmez bir vasfıdır.
Mustafa Kaya, şiirlerinde sadece hayâl kurmakla kalmaz, hayâlin felsefesi üzerinde de durur.
Düşünürler, şiirin sanatsal bir faaliyet olduğunu belirterek insan için gerekli bir ihtiyaç hali bulunduğunu vurgularlar. Onlara göre şiir; üstün yetenekli kişilerin işi olup kimsenin duymadığını duymak, görmediğini görmek, bilmediğini bilmektir.
Şiirin bir duygu taşkınlığı olduğu ifade edilerek onda çıplak düşüncenin yer almaması gerektiği sanatın tarihsel sürecinde zaman zaman savunulmuştur. Şiirin estetik-bedii unsurlarla donatılarak doğrudan insanın iç dünyasına seslenmesi hususu özellikle