ARABAŞI YUTMAK
Kış aylarında arkadaş gruplarının yaygın sohbet vesilesi olan arabaşının imlası konusunda farklı görüşler olmakla beraber doğrusunun ‘’ara aşı’’ndan geldiği kanaatimi belirtmek isterim. Arabaşı veya Arapaşı, Türkçe’de diftong (bitişik ikiz ünlü) bulunmayışıdır. Araya giren b veya p sesleri bu yüzden kaynaştırma sesi olarak türemiştir.
Arabaşının yaygın olduğu yörelerde söylenen iki deyişle söze girmek yerinde olacaktır:
“Canım ister bizim elin aşından
Bulgur pilavından arabaşından
Çorbasını yapsak tavuk döşünden
Oy bizim eller gidesim geldi
Anamın aşından yiyesim geldi”
“Arabaşı yaparsan hindiden,
Gelirim ikindiden.
Arabaşı yaparsan tavşandan,
Gelirim akşamdan.
Arabaşı yaparsan tavuktan,
Gelemem belki soğuktan.”
Arabaşı; Karaman, Konya, Kayseri, Yozgat, Kırşehir, Nevşehir, Mersin, Eskişehir, Çankırı, Kırıkkale, Kahramanmaraş gibi illerle, Emirdağ ve Sivrihisar gibi ilçelerde kış aylarında yapılan ve muhabbete, dostluğa, toplanmaya vesile olan, tarihi süreç içinden süzülüp gelerek yaşatılan kültürel bir mirastır.
Arabaşı, bir aş olmanın ötesinde kültürel bir değerdir. Bu aynı zamanda sosyolojik bir olgu olarak da karşımıza çıkar. Dostluğa, kardeşliğe, yardımlaşmaya, sevgi ve muhabbete vesile olan arabaşı, birlik-beraberlik göstergesidir. Türk kültüründe bu tür ziyafetlere şölen adı verilirdi. Şölenlerde yenilir, içilir, eğlence yapılır, oyunlar düzenlenirdi. Arabaşı, ziyafetleri şölenlerin günümüze gelen kültürel değerlerindir.
Arabaşının adının kaynağı üzerine her ne kadar Araplarla ilgi kurulsa da doğru olanın “ara aşı”ndan ünsüz türemesiyle meydana geldiğidir. Zira mantıksal olarak da arabaşı, uzun kış gecelerinde akşam yemeğinden sonra yutulan bir yiyecektir. Rivayet olunur ki, bir tarihte Emirdağ’a gelen Araplara, arabaşı ikram edilir.’’ Bu aş size ait.’’denir. Araplar, hep bir ağızdan: “Vallah, biz böyle aş bilmeyiz.” derler.
MODİFELİ ARAÇLAR FUARI İLGİ GÖRDÜ
Emirdağ ilçesinde gerçekleştirilen ‘modifiyeli araçlar fuarı’nda; CarTeam Afyon grubu, çeşitli illerden gelen yüzlerce modifiye tutkunu araçlarıyla Emirdağ’da etkinlikler düzenledi.
Grup kurucu başkanı Emirdağlı Kadir Han Çakır konu ile ilgili yaptığı açıklamada, ‘’CarTeam Afyon tarafından gerçekleştirilen modifiye araç etkinliği; bu sene Emirdağ ilçesinde yapıldı. Etkinliğe 500'ün üzerinde modifiye otomobil ve motosiklet katıldı. Farklı illerde düzenlenen fuarlardan davetler almak, ağırlanmak farklı kültür ve farklı araçlar ile bir arada olmak bizleri mutlu ediyor ve özenle katılım sağlıyoruz. Modifiyeli araçları seviyoruz. Araçlarına büyük masraf harcayan ve haberlere dahi konu olan arkadaşlarımız, halkın genellikle olumlu tepkisini kazanıyor. Örnek olarak Antalya ve Türkiye’de sevilen Efe Garage ailesi Murat Tokmak, fuarımıza katılarak modifiye tutkunlarının ilgi odağı oldu.
ŞAİR/YAZAR DURMUŞ KARABAĞLI
Durmuş Karabağlı, yalnız ve sakin yaralı bir kuştur. O, insan davranışlarındaki kin ve öfkeye bakarak bu tür olumsuzlukların kalplerin derinliklerinden sökülüp atılmadığını gördükçe yarası kanamaktadır. Kanayan yara, kabuk bağlamaz. Acı üstüne dert, keder üstüne ıstırap düşer, birikir, yığılır insan ümitsizliğin girdabında kuru bir sonbahar yaprağı gibi dereden tepeden savrulur.
Durmuş Karabağlı, yalnız ve sakin yaralı bir kuştur. Bazen isyanda bazen tevekküldedir. İsyanını kendi içinde söndürmesini bilir. Tevekkülünü berrak düşüncesiyle zenginleştirir. Karanlık dehlizlerden aklın yol göstericiliğiyle uçsuz bucaksız bereketli ovalara yol bulur. Zorlu yokuşları aşar; kültürel birikimi, sanatçı öngörüsü ve cevher yüklü dağarcığıyla yeni ufukların kâşifi olur.
Aydın, münevver, ziyalı, entelektüel adları, anlam olarak ışıklı, aydınlanmış, açık, anlaşılır, aşikâr, kültürlü ve bilgili kavramlarıyla birleşir. Aydına kurtarıcı, uyarıcı, nurlandırıcı gibi anlamlar da verilmektedir. Eleştiren, sorgulayan, aklı rehber edinen, okuyup yazan insanlar aydın olarak görülür. Aydının mevcut sistem, düşünce ve düzene karşı muhalif bir duruşu vardır.
Namık Kemâl; ''Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar.'' (Fikirlerin çatışmasından hakikat güneşi doğar.) diyerek farklı düşüncelerin tartışılmasından gerçeğe ulaşılacağını ifade eder.
Durmuş Karabağlı, aydın bir kişilik olarak şiir, edebiyat, eleştiri, inceleme ve deneme alanlarında eserler veren yazardır. Toplumun pek çok yükünü omuzlayan yazar, ışığını yükselterek uyarıcılık görevini yerine getirmektedir. Aydın olma sorumluluğunu yazarak, eserler vererek göstermektedir.
Eskiler çok eser veren verimli ve doğurgan yazarlara ‘’velut’’ kelimesiyle karşılık verirler. Velut yazar, Karabağlı’ya çok yakışmaktadır. Üçü şiir, altısı deneme-inceleme-eleştiri olmak üzere dokuz kitap yayımlayan Durmuş Karabağlı, bitmez tükenmez bir azimle yazmaya, üretmeye devam etmektedir. Ondaki yazma arzusu, günlük hayatının önemli bir süresini kapsamaktadır. Çünkü o, ‘’yazma ve okumayı kendisini daha özgür hissettiği’’ bir alan olarak kabul etmektedir. Lise yıllarında başladığı okuma ve yazma aşkı artarak sürmektedir.
Kalemin Dilinden, Tutuksuz Yazılar, Ah Şu Hurafeler, Babamın Notları, Korkutamazsınız Tanrı’yı, İslâm’ı Doğru Anlamak, Yozlaştırılan Din düz yazı kitapları ile Sırılsıklam, Sahi Biz Niye Öldük, Bir Mendil Bırak şiir eserlerini okuyucusuyla buluşturmuştur.
BİLAL ÖZEL
İlk Okulu birinci sınıfı Çatmapınar (Büngeşik) köyünde, kalan kısmını Eskişehir’de okudu. 1960 yıllarında her köylü çocuğu gibi ilk okula dayalı yatılı okullar tek çıkış yoluydu. Bu yüzden İstanbul Beylerbeyinde Dz. Astsubay Okuluna 1963 yılında girdi. Orta okul ve lise eğitimimi burada yaptı. 1969 yılında mezun oldu. İzmit Derince’de bulunan Makine sınıf okullarında iki yıllık Elektronik okulunda elektronik teknisyenliği eğitimi gördü. Mezuniyet sonrası gemi görevleri ve yurt dışı eğitimleri aldı. İstanbul Kasımpaşa’da Taşkızak Tersanesinde görev yaptı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda on yıllık mecburi hizmetini tamamlayıp emekliye ayrıldı.
Emirdağ Boynuyoğunlu oymağına mensup olan Özel, emekli olunca uzun yıllardır yaptığı folklorik araştırmalarına hız verdi. Boynuyoğunlu oymağı ekseninde üç kitap yazdı. İlk kitabını “Boynuyoğunlu Yörük Türkmenleri Tarihin Sayfalarında Kaybolmuş Bir Oğuz Boyu” adıyla yayınladı. Kitabında arşiv kayıtlarından yararlanarak kültürel öğelere yer verdi. Saha araştırması olarak yaşlılarla sohbetler etti. Bir kültür hazinesi olan mezarlıkları ziyaret ederek açıklamalarla ve mezarlıkları gezince mezar taşlarında gördüğüm şekillere bir anlam veremedim. Belgelemek maksadı ile kitaba aldım.
İkinci kitabı “Mezar Taşları Neler Söylüyor?’’ da mezar taşlarını inceledi. Mezarın baş ucuna bir kaya, ayak ucuna daha ufak bir kaya dikilip etrafına taşlarla sınır çizilir. Yazı ve şekil olan taşlar kefeki taş denilen yumuşak bir taştan yapılır, kısa ömürlüdür ama işlenmesi kolaydır. En eskisi üç yüzyıllıktır çoğunluğu 1850 yıllarından sonradır. Burada kullanılan semboller Allah(cc), Tuba Ağacı, Cennet, Dünya, Hayatağacı, Gayp perdesi, Allah yakın olma, gibi semboller ile bir ölünün ardından dilenebilecek şeyler anlatılır. Mezar taşı üzerindeki hilal buranın bir bayan mezarı olduğunu, kaz ayağı Allah (C.C)’ a yakın olmayı, Tuba ağacı mevta için cennet dileğini, üçgen cennet dileğini, daire doğrudan Allah demektir. (Hüvvel baki ) İbrik abdesti namazı, elif doğruluğu simgeler. Merdiven Hakk’a yürümeyi ifade eder. Bunların değişik şekillerde bir araya getirilmesi ile daha değişik şeyler anlatılır. Burada kullanılan sembollerin bir kısmı tarihin en eski sembollerinden (tamga) dir. Varlığı veya yokluğu tartışılan tarihin en eski uygarlığına dayanır.
“Yörük Türkmen Kilimlerinin Dili ve Kilim motiflerinde Türklük Sırları Boynuyoğunlular Yörük Türkmenleri”nde adlı üçüncü kitabında kilim damgalarını inceledi. Damgaların basit geometrik şekiller olmadığını bunların arkasındaki iletiyi anlattı.
Kurtağzı motifinin Oğuz Han destanı, Kaz ayağı ve kaz kanadı motifinin Altay Türklerinin Yaradılış efsanesine, Koç başı motifinin Türklerin atası kabul edilen Ayata (belki de Hz. Adem)’in nefes almaya başlaması olduğuna dair mitolojiyi anlattığını izah
Hatice Karakaya
EMİRDAĞLI Hatice Karakaya; Belçika’da kurulu bulunan Turkse Unie Derneğin (Aktif Dernekler Birliği)’nde, ‘’sosyal danışman -proje yöneticisi’’ olarak görev yapmaktadır.
Aslen Emirdağ/Kurudere Köyündendir… 27.01.1982 yılında Belçika’nın Gent şehrinde doğdu. İdari sekreterlik eğitimini aynı şehirde aldı. Emirdağ halkının yoğun olarak Belçika’ya göç etmesi sonucu bugün gelinen noktada dünün geçici işçi çocukları bürokrat, iş insanı, işveren, kanaat önderi gibi alanlarda büyük başarılar elde etmektedir. İşte bunlardan biri de pek derneğe sosyal danışmanlık yapan Hatice Karakaya’dır. Düşünce, hayâl ve tasarımlarını hayata geçiren Karakaya; çalışkanlığı, sosyal ve kültürel alanda yaptığı etkinliklerle Belçika Türk toplumunda rol-model bir hanımefendidir.
Belçika’da kurulu bulunan Turkse Unie Derneğinde (Aktif Dernekler Birliği) sosyal danışman olarak görev yapmaktadır. Çocukluğundan beri dernek etkinliklerinin içinde bulundu. 16-17 yaşlarından itibaren de aynı kurumda yaz dönemlerinde meslek öğrencisi olarak çalıştı. O zamanlardan beri de çeşitli derneklerde gönüllü olarak çalışmaya devam etti. Profesyonel olarak 2013 yılından beri Turkse Unie Derneğinde çalışmaktadır.
Turkse Unie Gent Şubesinde özellikle kadınlara yönelik eğitim ve sosyal çalışmalar yapılmaktadır. Turkse Unie, kendisine bağlı olan bütün derneklere ihtiyaçları olan her konuda ve her projede destek vermektedir. Gent’teki projelerinde ise kadınlara yönelik eğitim ve sosyal çalışmalar ağırlık kazanmaktadır.
HÜZÜNLÜ YALNIZLIKLARIN ŞAİRİ : RABİA BARIŞ
Rabia Barış hüzünlü yalnızlıkların şairidir. Bunun nedeni ise şiirlerinde ana temanın hüzün ve yalnızlık olmasıdır. Şiirleri günümüz edebiyat dergilerinde ve mahalli gazetelerde yayınlanmaktadır. Rabia Barış, farklı konularda çok sayıda şiire imza atmış olsa da hemen hepsinde genel temanın hüzün ve yalnızlık olduğu ilk bakışta göze çarpar.
1949 yılının karlı, çetin bir kış günü Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinde dünyaya gözlerini açan şairin edebiyata ilgisi küçük yaşlarda başlar. Şiirlerini eğitim hayatının ilk yıllarında kaleme alan Barış’ın bu ilgisi 1970’lerin başlarında yoğunlaşır ve her geçen yıl bir tutkuya dönüşür.
Eserleri bugüne kadar ellinin üstünde kitap ve şiir antolojilerinde yer almış, çeşitli edebiyat dergilerinde ve çok sayıda gazetede yayınlamıştır. İlk kitabı “Çile Çiçeği” 1997 yılında okuyucuyla buluşmuştur. Kitabında yer alan şiirlerin bazıları bestelenmiştir. “Gurbet Akşamlarında” isimli ikinci kitabı 2005 yılında okuyucuyla buluşmuştur. Gönülden Damlalar adlı eseri 2013 okuyucusuyla buluşmaktadır. 1996’dan bu yana Türkiye genelinde açılan şiir yarışmalarına katılmış ve bugüne kadar kırk altı ödüle imza atmıştır.
2003, 2007 ve 2012 yıllarında Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü lisans öğrencileri, Prof. Dr. Halil Buttanrı’nın danışmanlığında Rabia Barış’ın hayatı, sanatı ve eserleri konulu lisans bitirme tezleri hazırlamıştır.
Şairin mahlası Rabia Sultan’dır ve bu mahlas kendisine şair Bekir Sıtkı ERDOĞAN tarafından verilmiştir.
Şair; şiirin, ifadenin özü, yüreğin sesi ve tüm dünyanın ortak dili olduğuna inanır. Ömrünü şiire adamış bir şiir aşığıdır Rabia Barış. Hemen her konuda yazar, rahat bir söyleyişi vardır. Dini-milli konularda duyarlılık sahibidir’’. Hayatımın projesi ‘’ dediği 40 kitap üzerinde çalışmaktadır. Serbest tarzda da şiirleri olmasına karşılık esas olarak şiirlerini hece ile yazmaktadır. Velut bir şairdir. Sürekli üretir. Unutulmaya yüz tutmuş nazım şekillerini kullanmayı sever. Onları yeniden canlandırır. Halk kültürü milli kültürün en önemli, en verimli kaynaklarında biridir. Halk şiiri ise bu kaynakların en etkin, en yaygın ve özgün kollarındandır. Rabia Barış, yaşayan en büyük halk şairleri arasındadır desek yeridir.
AŞIK MEHMET ALİ AKÇINAR
Kelimeler ak güvercinler misali yüreğinden kanatlanıyor gökyüzüne. Kır çiçekleri rayihalar dağıtıyor dizelerinde. İbrişim sarar gibi, kanaviçe işler gibi güzelliklerle donatıyor şiirini.
Bazen Karacaoğlan oluyor, Elif’in peşinde koşan. Bazen Köroğlu oluyor, zalim Bolu Beyi’ne başkaldırıyor. Bazen Yunus Emre oluyor, boyun büküyor olgun başaklar gibi. Ama her halükarda ozanca, âşıkça coşuyor, ozanca söylüyor, içten, art niyetsiz…
Şiiri su gibi akıyor, kaynağının berraklığı ve temizliğinde… Duru, temiz ve saf bir Türkçe… Gönüllere ılık ılık doluyor, bir anne şefkatiyle sarıp sarmalıyor insanı.
Mehmet Ali Akçınar, coşkunluğun ozanıdır. O doğaçlama söylediği şiirlerinde ele aldığı her konuyu estetik ölçülerde vermeyi bilir. Şiirin ahenk unsurlarını, edebi sanatlarını ustalıkla kullanılır.
Mehmet Ali Akçınar, tasavvufi eğitim ve terbiye görmüştür. Akçınar, Berşem adlı şiirinde ifade ettiği gibi henüz on bir yaşındayken rüyasında bade içerek âşık olur. Akçınar, gördüğü rüyayı şöyle anlatır: “On bir yaşlarındayken çobanlık yapıyordum, bir gün yolda giderken, arazide tahammül edilmeyecek bir uyku bastırdı ve mecburen yattım, uykumda Osmanlı elbiseli üç kişi geldi ve bunlar bana kırmızı bir bade verdiler. Ben içmem dediysem de ısrar ederek içeceksin dediler. “Sen kimsin?” dedim, biri “Ben Yunus Emre’yim”, öbürü “Ben Hacı Bektaş-ı Veli’yim” öbürü de “Ben Ahmet Yesevi’yim” dedi. Bir müddet badeyi içip içmeme konusunda tartıştık. Onlar içmem konusunda ısrarlı oldular. Bunun üzerine ben de içtim. Badeyi içer içmez hemen uyandım. Koyunların yarısı daha beni geçmemişti yani bir iki dakika ancak geçmişti. Sanki zaman içinde zamanı yaşamıştım.” şık, bu rüyanın ardından ilk yazdığı şiirlerini anlamsız ve yabancı bulduğunu ifade eder. Bir süre yazdığı şiirleri yırtıp atar. Ailesi de şiirlerinden endişe duymuş ve onun şiirden uzak durmasını istemiş, ancak Akçınar’ın yurtdışına çıkışı onun şiir yazmasında bir dönüm noktası olmuştur.
şık Akçınar, rüyasında gördüğü Türk ulularından kendi iç dünyasına “ledünnî” sırlar almıştır.
O, şiirlerini telden söyleme yerine dilden söylemeyi tercih etmektedir.
şık yaşayışının Ulu Türkistan ve Anadolu’daki dervişlik geleneğiyle de yakından ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Zira âşıkların yetişmesi geleneklerin belirlediği birtakım kurallara bağlıdır. Buna göre “Hak âşığı” veya “bâdeli âşık” denilen şairler daha çok rağbet görürdü. Genellikle şehir hayatından uzak kalan bâdeli âşıklar ya Köroğlu gibi “er dolusu bâde” içerek “kahraman âşık” olur, sevgilisi için sürekli ölümle karşı karşıya gelirler yahut da “pîr dolusu bâde” içerek “sade âşık” olur, senelerce sevgilisinin ardından gezerlerdi.
Akçınar: “Şiir yazmak sonradan olan bir şey değil. Yani genetikte olması lâzım, özellikle genetikte. Mesela benim anneannem şairdi, dedem de şairdi. Onların genetiğinden geçme bir şey bu. Herkes şiir yazabilir ama şair olamaz.” demektedir. Bu nedenle Mehmet Ali Akçınar’ın ustası yoktur, yetiştiği çevrede de ona usta olabilecek şairlerin olmadığını söylemiştir; ancak şiirlerini okuduğu ve hayran olduğu Abdurrahim Karakoç’u usta olarak kabul etmektedir.