PEHLİVANLARLA ANILARIM
Devletin bize tanıdığı silahı alıp belime takmadım. Bursa’da haciz mahallinde iki kez ayrı yerlerde bıçaklandım. Olay Gazetesi hastahanede benimle söyleşi yapmaya gelmişti. Ben; “Beni bırakın. Şurada karşı odada güreşte dünya şampiyonumuz Dinarlı lakaplı Mehmet Pehlivan yatıyor.” dedim. Gazete muhabirine tanıttım. Aslen Bulgaristan göçmeni Mehmet Pehlivan çok duygulandı, ağladı; “Bir aydır buradayım, kimse gelmedi, senin sayende hele şükür beni gördüler.” dedi. Poz poz fotoğraflarını çektirdim. Söyleşi yaptılar. Baş-pehlivanımız Atatürk’ten övgüyle bahsetti, gözleri doldu. “Biz dış ülkelere güreşe giderken gece veya gündüz hava limanında bizi uğurlar, cebimize harçlık koyardı.” dedi. Adamın boyu 1. 90 cm. omuzları geniş ve dik, ayakları 46 numara, elleri pençeli, diz kapakları oldukça yapılı, çatal bilekli, insan azmanı, babayiğit, dev gibi bir insandı. Bununla birlikte, son derece güzel konuşan, terbiyeli, muhabbet insanı idi. Hiç çocukları olmamış, bir kız çocuğu evlat edinmişler ve onu büyü-tüp evlendirmişler. Bir gün samimiyetimiz ilerlemiş ki, sohbet ederken hanımı yaşlı teyze: “Yavrum, bu deli muhacir güreşi kaybederim korkusu ile bana pek yaklaşmazdı.” dedi. Ben
ULU ÇINARLARIM: ANNEM--BABAM
Annem hayat yolunda hep babamın yanında oldu. Yukarıda yazdığım çileli yıllara rağmen bir günden bir güne geri durmadı. Ona destek oldu, dayandı, ona hürmette kusur etmedi. Oysa gerek baba evinde gerekse burada yaşadığı iyi günlerden geri kalmıştı. Hayatla mücadele veriyor, çile çamu-runda yoğruluyordu. Her ikisi birlikte omuz omuza verip o zor sıkıntılı dönemlerimizde saygıyı yitirmeyip karakterlerinden en ufak fire vermediler. Sonunda aşılması zor yokuşları çıktık. Yüz akıyla bizleri helal ekmek ile büyütüp kanatlandırdılar ve yuvadan uçuşumuzu gördüler, bu mutluluğu yaşadılar, bize de yaşattılar. Her ikisinin ölümleri de çok güzel oldu. Birer gün dahi yatmadılar, her ikisi de helalleşerek, Kelime-i Tevhit, Kelime-i Şahadet getirerek ruhlarını teslim ettiler. Hiç unutmam babam ölürken, son nefesini verirken, can alametiyle yakama yapıştı; “Sana vasiyetimdir. Harama bakma, el uzatma, boyundan yukarı suya girme, yatağına yatınca borç
Haydar Urfalı
Haydar Urfalı; 1965 yılında Emirdağ’da doğdu. Öğrenimini sırasıyla; Emirdağ Atatürk İlkokulu (1977), Emirdağ Ortaokulu (1980), Emirdağ Lisesi (1984), Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kimya Bölümü (1988), Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi Teftişi Planlaması ve Ekonomisi Bölümü’nde (2013) yılında tamamladı.
Ocak-1989’da; Kocaeli Endüstri Meslek Lisesi Kimya Bölümü Meslek Dersleri öğretmeni olarak atandı. 1997 yılına kadar; aynı okulda öğretmen / müdür yardımcısı olarak görev yaptı. 1997 yılında atandığı Eskişehir’e atandı. Eskişehir Yunus Emre Anadolu Öğretmen Lisesi (1997-2000), Tepebaşı Endüstri Meslek Lisesi (2000-2001) ve Fatih Anadolu Lisesi’nde (2001-2004, 2007-2010) yıllarında Kimya Öğretmenliği, Fatih Fen Lisesi (2004-2007) ve TOKİ Şehit Savaş Kubaş Anadolu Lisesi (2010-2013) yıllarında
Müdür Abdülkadir Kutlu Vefat Etti
Edilinen bilgiye göre, Kutlu gece saat 01.00 sularında kalp krizi geçirdi. Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılan Kutlu, tüm müdahaleye rağmen kurtarılamadı. Eskişehir Emniyeti'nin pek çok kademesinde görev yapan Kutlu son olarak Hanefi Avcı'nın ardından uzun süre vekaleten emniyet müdürlüğüne bakmıştı. Kutlu'nun cenaze programı netleşmedi. 11.30'da Emniyet'te tören yapacak.
Emirdağ'a defnedilecek
Sosyal Hizmetler ve Sağlık Daire Başkanlığı'ndan yapılan açıklama şu şekilde: “Emekli l. Abdulkadir Kutlu lösemi tedavisi gördüğü Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
EMİRDAĞ’DA İZ BIRAKANLAR
Emirdağımızdan adları hâlâ unutulmayan kara yağız delikanlılar gelip geçmiştir. Dokuzuncu dönem mebusumuz Süleyman Kerman’ın dört erkek evladı, gençliklerinin baharında verem hastalığından ölmüşlerdir.Verem hastalığı, o tarihlerde en yaygın ve çok evlere ateş düşüren bir hastalıktı.Ayrıca sıtma hastalığıda halkı perişan ediyordu.Bilhassa ova köylerimizden Hamzahacılı, Pörnek, Veysel ve Çiftlik köylerinde akar suyun geçtiği, sivrisineğin yaşadığı yerlerde olurdu.Bu yıllarda ilçemizde görev yapan Doktorlar Tahir bey, Mender bey ve Cevat Günay’ın hizmetleri unutulamaz. At arabaları ile köy köy dolaşarak vatandaşa hizmet vermişlerdir.Hepsini rahmetle anıyorum.Bunlardan Ceylan Kerman’ı tanıyamadım, Mahir Kerman’ı iyice tanıyordum. Ceylan, rahmetli ile aynı yaşta amcam Halil’in Tayyer adında oğlu vardı.Ceylan ve Tayyer 1924 doğumlu idiler.Tayyer Çil ile samimilermiş.İkisi de dillere destan çok yakışıklı, yeni yetip gelirken verem denen hastalığa yakalanırlar.Süleyman beyin imkanları bizden daha farklı idi.Tedavide kusur koymamış. Ceylan, Memiller sülalesinden İzzet Akın’ın kızı Havva hanım ile evliydi.Bu ablamızda usul boylu, gözleri sürmeli ve iri, kirpikleri yuvasından çıkmış ok, yanakları tabak gibi, kaşları siyahtı.Bir yıldan biraz fazla evlilikleri ya oldu ya olmadı.Ceylan, Hakk’ın rahmetine kavuştu.Amcam oğlu yakışıklı, o güzel delikanlı da aynı yıl vefat etti.Her ikisinin ölümü 1947 yılı olduğu gibi mezarları da mezarlıkta
ATALARIMDAN SAVAŞ ANILAR
1921 yılı Temmuz ayının sonuna doğru yaylalar yeşil örtüsünü soyunmaya, sararıp solmaya başlamıştır. Çağlayan pınarlar, dereler uğultusunu yitirir şırıl şırıl akar. Çobanlarda, obalarda ovaya inelim heyecanı çoktan başlamıştır. Ancak; ovada ekinler biçilmiş, sapları harman yerlerine taşınmış olsa da, içlerinde Yunan askeri ile karşılaşırız endişesi korkusu vardır. Nihayet Temmuz sonunda obalardan kalkış, ovaya inme gerçekleşir. Alkeçeli topakevleri ovanın yüzüne kurulmuştur. Koyun sürüleri, çan sesleri ovalara daha bir canlılık, ayrı bir güzellik getirmiştir. Dedem Potuklu sülalesinden Ahmet Ağa, Karacaören’deki tarlamıza, harman yerimizin bulunduğu yere topakevimizi kurmuştur. Saplar döğenler ile harman yapılmaya, sürülmeye başlanmıştır.
Büyükbaş hayvanlarımızdan sağılmayan dana ve tosunları getirmek üzere babam Kartalpınarı Yaylası’na tekrar gider. Hayvanları getirirken Dereköy’den babamı tanıyan tarla komşularımız; “Seyfettin gitme, Yunan askerinin Karacaören’e girdiğini duyduk, hayvanları çevir, burada bu gece bizimle kal.” derler. Babam 1903 doğumlu olup o tarihte tam on sekiz yaşındadır. Ağustos ayının da tam ortasıdır. Yetişkinlik, delikanlılık çağının verdiği heyecandan olsa gerek, anne ve babasına kavuşmak için köylüleri