Ferda Boz Güneri
Zabalayın hazırlık yapılacak,
Yuka akmek açılacak
Gün erken hamur yoğrulacak
Çalı çırpı toplanıp yığılacak.
Ocak yeri hazırlanır
Üç ayak üzerine saç gonur
Altına yakacak doldurulur
Ataşa verilir, sac gızdırılır.
Önce konu komşu çığrılır,
Eline oklavayı alan buyurulur
İteği yaygıları açılır
Hamurlar yoğurulur, esirenle eller sıyrılır,
Hamur yuvak yuvak ayrılır.
Ekmek tahtaları anaların dizinde,
Oklavalar hazır ellerinde,
Hamurlar alınır ekmek tahtasına gonur,
Kepekli, pavlike unuyla yumaklar uğralanır.
Bir anne...
Başka bir şehirde evli olan kızına, yatıya gitmişti.
Geçmişte ufak tefek sürtüşmeler yaşamış olsalar da arayı düzeltip yeniden muhabbetli olmuşlardı.
Kız, kahvaltı sonrası çalan telefon konuşmasının ardından bir telaş içine girdi.
Anne merakla sordu:
- Hayırdır inşallah, bir şey mi oldu kızım?
- Sorma anne yaaa! Üniversiteden arkadaşım aradı. Anne-babası ve kardeşiyle beraber bir iş için buraya gelmişler ve "Müsaitseniz size de uğrayalım." diyor. Bir saat içinde evin önünde, olurlar ben ne yapacağım, nasıl hazırlanacağım, bilmiyorum.
Anne: "Ben sana yardımcı olurum beraber bir şeyler yaparız." dedi.
Sonra kalkıp işe koyuldular.
Kız, annesinin memleketten getirdiği yufkalardan börek yapıp tepsiyi fırına sürdü.
Kadın, yazdan hazırlayıp dondurduğu ve kızına gönderdiği fasulyeyi buzluktan çıkartırken, elleriyle sardığı yaprak sarmayı da gördü. Önceden alınıp buzluğa atılmış tavuğu da çıkarttı ve çözülmesi için suya saldı.
Dolmaları tencereye dizerken, çay kavanozu gözüne ilişti. Dibinde birazcık çay kalmıştı. Kızına seslendi:
Nişeşte çıkacak hacı!
Bana bûda bazarından,
Yirmi kilo bûda getir,
Hasından bul bûdayı hacı!
Gelir bûda hasından, yıkanır yunur,
Kıl çuvala konur,
Ağzına kadar bûda doldurulur,
İçine eyi sudan su gonur.
Ağzı baalanır çuvalın,
Hatılın içine gonur,
Suyu süzüldükçe,
İçine tekrar ıcık daha su gonur.
Gelip gidip bûdaya bakılır,
İyice şişmesi beklenir,
Ele alır anam bakardı,
Elinde ezilirse bûda hazırdı.
Çuvalı alırdı ileğenin içine,
Ayaklarını yurdu tertemizce,
Üzerine çıkardı anam çuvalın,
Depik depik ezmeye.
Ashabdan Sâbit ibni Kays ibni Şemmâs (r.a) hastalandığı zaman Resulullah (s.a.v) dua etmiş, Medine'deki Buthan vadisinden toprak getirtip üzerine su dökerek nefes etmiş, suyu hastanın üzerine serpmişti. Hz. Ayşe'den (r.anhâ) gelen bir rivayete göre de yara veya çıban gibi rahatsızlıklardan muzdarip olan kişiler için Resulullah (s.a.v), tükürüğünü sürdüğü şehadet parmağını toprağa bular ve "Allah'ın ismiyle. Arzımızın toprağı, bazımızın tükürüğü, Rabbimizin izniyle şifa olacaktır" diyerek yaraya sürerdi. Tıbb-ı Nebevi üzerinde çalışan bir kısım âlimler, bu hadislerden yola çıkarak, Medine gibi sıcak iklimlerde güneşin hararetiyle dezenfekte olmuş temiz toprağın yaraları kurutup iyileştirmekteki tesiri üzerinde durmuşlar; bir kısım âlimler de bazımızın tükürüğü ile Hazreti Peygamberin (s.a.v) tükürüğünün, arzımızın toprağı ile Medine toprağının kastedildiğini, Resulullah'ın (s.a.v) bunları vesile ederek Allah'ın ismiyle şifa taleb ettiğini belirtmişlerdir.Bir açıklama ekleCevher-i SaadetPeygamber Efendimiz'in (s.a.v) Kabr-i Şerifine ait tozlar, Cevher-i Saadet ismiyle anılır. Cevher-i Saadetler, Peygamber Aleyhisselâm'ın kabrini çevreleyen odanın dışına asılı perdenin değiştirilmesi sırasında toplanırdı.
Çoğu zaman otuz-kırk yılda bir değiştirilen perdelerin yenilenmesi sırasında Harem-i Şerif hademelerinden en yaşlı ve salih olanlar görev alırdı. Perde ile duvar arasında biriken ve yıllarca Hazreti Rasulullah'a (s.a.v) komşuluk yapan tozlar, Peygamber âşıkları nazarında çok kıymetliydi. Hizmetkârları tarafından muayyen zamanlarda Hücre-i Saadete girilerek süpürülen tozlar da zayi edilmezdi.
Devamını oku: Ravza-i Mutahharanın Temizliği ve Medine'nin Şifalı Toprağı
Kurban nisabına mâlik olan kimsenin kurban kesmesi vaciptir. Zaruretsiz kurban kesmemek günah olur. Kurban kesmesi vacip iken, içindekilerin kurban kesmediği ev, inleyerek, sahibine beddua edip, “Kurban kesmediğin gibi Cenab-ı Allah sana iyilik yapmayı nasip etmesin!” der. O ev, o yıl belalara duçâr kalır.
Kurban kesenin evi ise, memnun olur, sahibine hayır dua eder. Bu bakımdan kurban kesmeyi bir nimet bilmelidir! Kurban kesen Müslüman, kendini Cehennemden azat etmiş olur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cimrilerin en kötüsü [vacip iken] kurban kesmeyendir.) [S.Ebediyye]
(Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen, namaz kıldığımız yere gelmesin!) [Hakim]
(Kurbanın postunun her kılına ve her parçasına bir sevap vardır.) [Hakim]
(Kurbanlarınız, semiz olsun. Onlar, Sıratta bineklerinizdir.) [Zâd-ül mukvin]
(Kurbanın derisindeki her tüy sayısınca size sevap vardır. Kanının her damlası kadar mükafat vardır. O sizin mizanınıza konacaktır. Müjdeler olsun!) [İbni Mace]
Hafta sonuna doğru güzel şehrim Konya’ mızı ziyarete gittik, mezuniyet töreni bahane oldu. Akraba, eş dost gördük. Özlediğimiz gönül bağımız olan mekan, kişi ve kabir ziyaretleri yaptık.
Ayrıca yıl sonu karne telaşı olan gençler, üniversite sınavına girenler, üniversiteden mezun olanlar tam bir yıl sonu birikimi gibiydi. Hepsine başarılar dilerim.
Konya dendi mi en başta akıllara Hz. Mevlâna gelmekte. Hz.Mevlâna’yı ziyaret etmemin hazzı hala içimde. Oranın manevi atmosferi sizi sizden alıyor, sanki o günlere götürüyor. Ziyaretçilerin kalabalık oluşu da güzeldi.Girişler ücretsizdi.
Yeni örtüsü güzel ama sanki eski örtüsü daha bir güzel ve de gösterişliydi. Sultan Abdulhamit Han’ın örtüsünün aynısı yapılabilirdi. Hz.Mevlâna’ya yakışan şekilde ihtişamlıydı. Osmanlı eseriydi. Şimdi ki sandukasının örtüsü (puşidesi) kısa olmuş. Selçuklu dönemine ithafen yapılmış deniliyor. Hz Mevlâna’ya sanki uzun giyim, uzun örtüler yakışıyor. Semazenlere bakalım, onların da elbiseleri dahi uzundur. Eski örtüsüde, eski eserleriyle birlikte içeride sergilenmekte.
Türbe dışındaki odalardaki düzenlemeler aslına uygun, muhteşem olmuş sanki o günleri yaşatmakta. Aşçı ateşbazının heykeli sanki bakışı bizlere hitap ediyor.Canlanmışlar da gelmişler bu günümüzde de ocaklarda dergaha gelenlere aş kaynatıyorlar gibi. Talim gören mevlevi tahtasında semazenin eğitmenine saygısı duruşu bu günün hoca ve talebelerine örnek olacak güzellikte. El yazması eserler, Sakal-ı Şerif in olması insana sanki hacda gibi manevi duygulara çağırıyor. Neyler,tesbihler, ders odaları, kudümler sanki bu güne kadar gelen gönüllere hitap edip, gönülleri döverek altına çevirmekte.
Ne diyorlar; “Edeple giren, lütufla çıkar” Edep hem insanların kişiye karşı saygı beslemesine sebeptir hem de yaratanın kuluna lütuf ile muamele etmesine vesiledir.
Güzellikleriyle Hz.Mevlana bizim, bizimle, bizim şehrimizde…
Salavatın mânası ve esası, Allah Resulü (asm)'ne dua edip, makam ve mevkiinin daha da genişleyip parlak bir hale gelmesi için Allah’a ricada bulunmaktır. Zira bu sofra, bütün insanların müşterek bir sofrasıdır. Bu sofranın genişlemesi bütün insanlık içindir. Yoksa salavat sadece Peygamber Efendimiz (asm)'in şahsî kemalatını inkişaf ettirmeye matuf bir şey değildir.
Öyle ise, salavatın küllî bir gayeye hitap ettiğini bilip, ona göre salavat getirmeliyiz. Böyle azametli bir netice için dua ettiğimizin farkında olmak, tekrar tekrar salavata bir şevki içimizde hissederiz.
Allah’ın rahmetine ulaşmanın yolu iman ve salih ameldir. Her iki konuda da tek rehberimiz Allah Resulü’dür (asm.) Salavat ise Peygamberimize bir rahmet duası olup feyizli ve bereketli bir salih ameldir.
Biz, Peygamber Efendimize (asm) salâvat getirmekle, Allah’ın o sevgili Habib’ine ettiği rahmeti daha da artırmasını dilemiş oluyoruz. Ayrıca, “Sebep olan işleyen gibidir” hükmünce, yaptığımız bütün ibadetlerin, ettiğimiz bütün hayırların bir katı da O’nun (asm) mizanına geçiyor. Böylece o Allah Resulü'nün yanında, inşallah, şefaate layık olmaya çalışıyoruz.
Salâvatın esası rahmetle alâkalıdır. "Salavatullah" Allah'ın rahmet ve inayeti, kusur ve günahları af ve mağfiret etmesi mânasına geliyor. İnsanlık Allah’ın af ve rahmet kapısını en güzel bir şekilde salâvat ile çalar. Bu yüzden salâvat ile rahmet arasında çok sıkı bir münasebet vardır.
Müslümanlar Resul-i Ekrem Efendimize (asm) salavat getirmekle, bir bakıma, ona kendilerini temsil hakkı vermektedir. O da kendisine getirilen salâvatlardan aldığı manevî kuvvetini ve hakkını mahşer günü ümmetine karşı gösterecek, onların affına vesile olacaktır. Zaten şefaatin de salâvatın da asıl gayesi, İlâhî rahmeti celp edip affa mazhar olmaktır.