Ferda Boz Güneri
Memleketimi özledim.. Herkesin memleketi var içinde yaşanılan veya uzakta kalıpta hasret yaşayan.
Yatsı ezanı okundu yanık yanık, içime dokundu.
Yanağımdan süzülen üç beş damla göz yaşı,
Dökülerek mazideki hatırlarıma tutundu.
Memleketimi anlatayım içimden geldiğince.
İnsanını, havasını, doğasını,
Çiçek açmış yaylasını ovasını.
Emirdağ’larını, yılkı atlarını.
Kuzuların meleme sesini çanla karışanı,
Pidecide pişen peynirli pidesini,
Güvecini, mercimekli bükmesini.
Uzun çarşıda dolanırım manifaturacılarını,
Çiçekli pazenler, viskon, kutmu kumaşlarını,
Yoğurt pazarını, sıra sıra dizilmiş helkelerde,
Taş gibi duran koyun yoğurdunu.
Çay deresinde akan suda yünlerini,
Tokaçlayarak yıkayan kadınları,
Çağıl çağıl akan suyun sesini,
Sobalı sınıfımı, siyah önlük beyaz yakalıkla,
Kurdelalı saçımı, sabo ayakkabımı.
İlkokuldan çıkan çocuk seslerini…
Siz arkadaşlarıma gözlemlerimi paylaşmak isterim.
Sandık başında müşahit değildim ama bekledim seyretmek için. Neler yapılıyor nasıl oylar sayılıyor ömrümde ilk defa izleyecektim.
Bir köşede yer buldum, başladım izlemeye. Yaşım 57, ev hanımıyım ve de üç torunum var.
Önce kaç kişi liste de onu açıkladılar .
Sonrasında kaç kişi oy kullanmış kaç kişi gelmemiş onu söylediler.
Sandık başkanı ve bir görevli kullanılmayan kalan zarfları ve oy pusulalarını önce bir çuvala koyup, ağzını iple bağlayıp müdürlediler.
Sonra sandığın mührünü açtılar, sandık açıldı. Zarfları tek tek saydılar.
Sonra zarfları tek tek dikkatle açtılar. Müşahitlerin elinde oy sayımı için kağıtlar bulunmakta. Hepsi açılan zarflara kartal bakışı bakıyorlar dı. Zarftan çıkan kağıtları büyük olanı bir tarafa açtılar, küçük olanları bir tarafa açtılar önce tasnif ettiler.Sonrada bir küçük kağıdı, devamında büyük kağıdı aldı okudu. Kolay bir durum değil di.
Sabahtan itibaren sandık başında görev yapan insanlar son zamanda hem stresli hemde yorgunlar dı. Oy pusulalarını havaya kaldırıp okumalarını istediler, müşahitlerin göreceği şekilde. Görevli kağıttaki mühür kime basıldıysa onu göstererek söylüyor, herkeste elindeki oy sayım pusulasına işaret koyuyor, oy kime çıktıysa.
Her yirmi sayımda bir kişi oyların kime nasıl dağıldığını söylüyor, diğer müşahitler de tamam diyorlar, bizde de sayı aynı diye. Oy kağıtlarının çokluğundan artık müşahitlerde dikkatli bakmayı azalttılar, ellerindeki kağıda bakmaya, söyleneni işaretlemeye başladılar.
Bu arada okuyan görevlide yoruldu ve kağıttaki ilk gördüğü şeyi okuyup, kağıdı görevliye vermeye başladı. Bi ara eli havada kağıdı kapattı ve çıkan oyu söyledi kağıdı indirirken mühürün iki yere basılmış olduğunu gördüm itiraz ettim . Herkes işaret koymuştu elindeki oy sayım pusulasına.
Bir atlı geliyor, binicisi şanlı mı şanlı,
Adeta benzer, yirmilik delikanlı,
Vatan, millet, bayrak aşkı davası,
Sarmış her yanını, Türkiye sevdası.
Ne denirse densin, bilir kendini,
Yoluna koyar, bir tek canını,
Adalet maşalesi yakar önüne,
Yürümez denilen müşküllerini,
Dua alır, ardına düşer, bitirir işini.
Hakka dayanır inancı, dağ gibi,
Ondan alır, gayret ve kuvvetini,
Şaşırmasın kimse, dünya lideridir,
Akıllar ermez, oyunlar ona zarar vermez ,
Hikmetledir her işi.
Boş konuşanlar, ne derse desinler,
Yol açar, gelecek olan yarınlara hazırlık var.
Durmaz, ileri daima güvenle bakar,
Koşan atlısına, koştukça açılan hanlar var..
Merhum Mustafa Fehmi Gerçeker (ö. 1950) Hilye-i Fahr-i alem adlı eserinde, ilahî san’atın bir lütfü ve ihsanı dediği Efendimizin gül yüzünü, muhtelif beyitlerde bakınız ne güzel tasvir ediyor:
Şîrin yüzü Fahr-i enbiya’nın
Bahşayiş-i sun’udur Huda’nın
Vurmuş yüze gönlünün safası
Aşıklara can verir ziyası
Parlak yüzünün beyazı parlak
Titrerdi yüzünde nür-ı mutlak
Parlar yüzünün bu penbe rengi
Gülzar-ı zeminde yoktu dengi
Mümkün mü gören o bînazîri
Gül renginin olmasın esiri
Baktıkça bakar, dalar hayale
Gözler doyamaz o meh cemale
Açmış o güzel yüzünde güller
Geysüsuna bağlıdır gönüller
Bir kerre gören o gül’izarı
Yad etmez olurdu lalezarı
Çocuklara olan sevgisinden dolayı onlara tesadüf ettikçe dâima selamlardı. (Ebû Dâvud)
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) anne ve baba ile çocuklara dâir hâdiselerden son derece mütehassıs olurlar ve bunlan dinlemek isterlerdi. Bir gün fakir bir kadın, iki kızı ile Hz. Âişe (r.a.)’yi ziyaret etmiş ve Hz. Âişe (r.a.) evde onlara ikram için bir hurmadan başka bir şey bulamayınca hurmayı anneye vermiş; anne de hurmayı ikiye bölerek çocuklarına yedirmişti. Hz. Âişe (r.a.) bu hâdiseyi Allah (c.c.)’ın Resulü (s.a.v.)’ne anlatınca Efendimiz (s.a.v.) şu sözleri söylediler:
“Çocukları hakkıyla sevmek ve onları korumak Cehennemden kurtuluştur.”
(Buhârî)
Ashâb’dan Câbir b. Semûre (r.a.) anlatıyor:
— “Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’le namazımı kıldım. Namazdan sonra Resûl-i Ekrem (s.a.v.) evlerine gidiyorlardı. Ben de kendilerini ta’kib ettim. Rsûl-ı Ekrem (s.a.v.) yolda ba’zı çocuklara rast eldiler; hepsini okşadılar, beni de onlarla beraber okşadılar…”
Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v.), bir çocuğu severlerken bir bedevi gelmiş ve Allah (c.c.)’ın Resulü (s.a.v.)’ne:
“Siz çocukları bu kadar seviyorsunuz, benim on torunum olduğu halde bir defa bile kucağıma alıp sevmedim!” demişti de Allah (c.c.)’ın Elçisi (s.a.v.) de:
Devamını oku: PEYGAMBER (S.A.V.) EFENDİMİZİN ÇOCUKLARA ŞEFKÂT VE SEVGİLERİ
Ramazanı Şerifi ağırladık.Yine bekleriz seneye sağ salim olursak inşAllah. Biz razı olduk ramazan ayımızdan inşAllah bizden de ramazan ayımız razı olmuştur.
Vücutların sıhhat bulduğu maddi manevi arınma ayımız.Oruç tutanlara selam olsun, tutmayanlara da tutmak nasip olsun.
Ramazan bayramını kutlayacağız inşAllah 1444 tüncü kez. Allah şimdiden herkesin bayramını mübarek kılsın. Birlik ve beraberliğimizin zirvede olacağı günler küsler barışsın, kırgınlıklar kalksın, büyükler ziyaret edilsin elleri öpülsün, küçükler sevindirilsin hediyeler harçlıklarla gönülleri alınsın.Ülkemin insanları hepimizin bayramı mübarek olsun. Gurbetteki kardeşlerimiz sizlerde mahzun olmayın siz nerede olursanız olun biriz tekiz millet ve ümmet olarak.Sizlerin de bayramları mübarek olsun.
Sevelim, sevilelim ..
Kime kalmış bu dünya ?
Herkese hayırlı bayramlar diler sağlık sıhhat afiyetler dilerim güzel Emirdağ’ımın güzel insanları..
Ümmü Ma’bed künyesi ile tanınan annemizin asıl ismi Atike binti Halid’dir. Babası Halid İbni Huleyf, Huzâa Kabilesi’ne mensuptur. O, Mekke ve Medine arasında bulunan Kudeyd bölgesinde bir çadırda yaşayan bir ailenin kızıydı. Büyüyüp genç kız olduğunda amcasının oğlu Temim İbni Abduluzza ile evlendi. Ondan bir oğlu oldu. Oğullarının adını Ma’bed koydular. Çocuklarının doğumundan sonra annemiz, Ümmü Ma’bed yani Ma’bed’in annesi künyesi ile tanınır oldu.
Hz. Ümmü Ma’bed, akıllı, iffetli ve güçlü bir kadındı. Kuraklık ve kıtlık yıllarında Kudey’deki çadırının önüne oturup gelen geçen yolcuların su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan eli açık ve cömert bir kadındı. Onun bu güzel ahlâkı İslâm’ın nuruna kavuşmasına vesile oldu. Saf, temiz, merhamet dolu kalbe sahip olan bu mübarek kadının çadırına uğrayanlardan birisi de Kâinat Güneşi Peygamber Efendimiz (sav) oldu. Annemiz kutlu misafirini henüz tanımıyordu.
Peygamber Efendimiz (sav) ile birlikte, Hz. Ebû Bekir, Hz. Âmir b. Füheyre ve Abdullah b. Uraykıt da onun çadırına uğradılar. Ondan hurma ve et satın almak istediler. Fakat Hz. Ümmü Ma’bed’in yanında bunlardan hiçbir şey bulamadılar. Çünkü hazerde, seferde azığı tükenen veya kıtlığa uğrayan halk, onda bulduklarını, satın alıp tüketmişlerdi. Hz. Ümmü Ma’bed; “Vallahi, yanımızda bir şey bulunsaydı, sizin ihtiyacınızı gidermek için ikram ederdim!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav); “Ey Ümmü Ma’bed! Yanında süt bulunur mu?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “Yoktur! Vallahi davarlar kısırdır!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav), çadırın bir tarafında duran arık koyunu gördü ve; “Ey Ümmü Ma’bed! Nedir şu koyun?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “O, arık, davar sürüsünden geri kalmış, dermansız, güçsüz bir koyundur!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav); “Onda süt var mı?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “O, bundan tamamıyla mahrumdur!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav); “Benim onu sağmama izin verir misin?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “Evet! Anam, babam sana feda olsun! Eğer sen onda süt bulabileceğini sanıyorsan, sağ!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav), koyunu getirtti. Koyunun arkasına çömeldi. Bacaklarını ayırdı, besmele çekti, koyunun memesini eliyle sığadı ve; “Ey Allah’ım! Ona (Ümmü Ma’bed’e)