Ferda Boz Güneri
Medine halkı arasında anlatılan şu hikâye çok meşhurdur. Anadolu tarafından sadık bir Hak ve Peygamber aşığı gelip Medine’ye yerleşmiş. Orada evlenmiş, uzun müddet ikâmet ettiği için Hücre-i Şerifte bir hizmet ile şereflenmiş. Bir zaman geçtikten sonra humma hastalığına tutulmuş. Hummanın ateşi ile yanıp tutuşurken bir gün hatırına gelmiş ki «şimdi Anadoludaki vilayetimde olsaydım ve şu filan yoğurttan bir tas ayran içseydim…» Bu düşünceleri içinden geçirmiş, ama lisanıyla ne kendi kendine ne de başkasına bir şey dememiş. O gece Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem (âlem-i ruhaniyette) Şeyhül-Harem’e şöyle buyurmuşlar: «Burada bizim filan hizmetimizi, hacılar ile gelecek olan filan adama ver» demiş. Şeyhül-Harem hürmet ve edeb ile “Ya Resulallah, o hizmete ümmetinizden Medine’de oturan filan kimse bakmaktadır…» deyince Efendimiz şöyle buyurmuşlar: «O kimseye bizden selam eyle, varsın vilayetinde ayran içsin!» Ertesi gün Şeyhül-Harem hasta olan o zatın evine gitmiş, Peygamberin emrini tebliğ etmiş… O da yaptığı hatayı anlamış ve «emir yüce yerden, işittim ve itaat ettim, baş üstüne…» diyerek Anadoludaki beldesine dönmüş…
Bu kıssadan bize hisseler düşer. Önce bir gönülde iki muhabbet olmaz. Eğer bir kimse Medine’ye yerleşip Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme komşu (mücavir) olmak isterse kendisini başka şeylerin sevgisinden temizlemesi gerekir. Eğer dünya lezzetlerinden geçebilecekse gelsin, yoksa bir sene Medine’de misafir olsun, sonra memleketine dönsün. Her ne kadar misafirin kusuru var
Şaban ayının onbeşinci gecesidir. Aslı “Berâet”tir. Berat sözlükte; “bir zorluktan kurtulmak ve beri olmak” demektir. Ayrıca bu geceye “Leyle-i Mübâreke” denir, bereketli bir gece. “Leyle-i Berâe” denir. “Leyle-i sâk” vesîka gecesi denir. “Leyle-i rahme” ve rahmet gecesi denir.
BERAT GECESİNİN ÖNEMİ NEDİR?
Bu gecede, bir yıl içinde olacak bütün işler hükme bağlanıp ifası için Cenab-ı Hak tarafından meleklere verilir. Gecesini ibadet ve dua ile gündüzünü oruçlu geçirmek faziletlidir.
Berat gecesine ait 5 haslet vardır:
Her önemli iş bu gecede ayırdedilir.
O gecedeki ibadetin fazileti büyüktür.
İlâhi rahmet yayılır.
Mağfiret gecesidir.
O gece, Resûlullah’a (s.a.s.) şefaat hakkının tamamı verilmiştir.
Çünkü, Hz. Muhammed (s.a.s.), Şaban’ın onüçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat istemiş, bu şefaatin üçte biri verilmiş, ondördüncü gecesi yine istemiş, üçte biri daha verilmiş, onbeşinci gece yine talep etmiş, bu gece şefaatın tamamı ihsan edilmiştir. Bu şefaatten mahrum olanlar, devenin ürküp kaçtığı gibi Allah’tan kaçanlardır. (bk. er-Râzî ve Ebussuud Efendi Tefsirleri, ed-Duhân
Tac’ul Kısas kitabında diyor ki: “Mirac gecesinde Allâhü Teâlâ’nın selâmı, hak peygamberine ulaşınca, Resûlullah (s.a.v.) bakıp ümmetini gördü. Selâm şerefine onları da ortak edip: “Esselâmü aleynâ” dedi. Sonra bütün peygamberleri de zikredip: “Ve alâ ibâdillâhis sâlihîn” dedi. Melekler bu büyük hâl ve manzara karşısında hayran kalıp: “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü” dediler. O zaman Allahü Teâlâ: “Habibim, (bu kelimeleri) Mi’râc gecesinin hediyesi olarak ümmetine götür. Namazda bu kelimeleri söyleyene, göklerdeki her meleğe verdiğim sevâbı veririm.” buyurdu. Sonra: “Ey Habibim ne dilersin?” buyurdu. “Yâ Rabbi, günahkâr ümmetlerim vardır, onları bana bağışla” dedi. “Ümmetinden yetmiş binini sana bağışladım. Başka ne istersin?” buyurdu. “Ümmetimi isterim, yâ Rabbi”. “Yetmiş binini daha sana bağışladım; başka ne istersin?” buyurdu. “Ümmetimi isterim, yâ Rabbi” dedi.
Bu Hadîs-i Şerîfi bildiren râvî der ki, yedi yüz defa bu emr-i ilahi geldi, her defasında, ümmetimi isterim dedi. Allahü Teâlâ: “Ey Habibim, bu kadar istiyor musun?” buyurdu. “Yâ Rabbi, bağışlayıcı sensin, isteyen de ben. Ne yapsalar da, kim olsalar da, hepsini bana bağışla” dedi. Allâhü Teâlâ: “Ey
Gördüm…
İçime alev düştü.
Hayallerim kanatlanmış,
Yıkılmış evin önünde, bir bebek.
Üşümüş karların altında,
Taze tomurcuk, açmamış henüz,
Körpe kuzu, annesini emmeye durmuş,
Donmuş,
Anne sütünün ilk damlası dudağında.
Yer, çok sallama bebeği,
Anne ninnisiyle uyuyacak.
Kar çok yağma, örtme üzerini bebeğin,
Annesinin sıcak koynu, onu saracak.
Ağladım,
Gözümde yaş dilimde dua,
Kanat açmış, uçmuş meleğim,
Doymadan hayata.
Hz. Muhammed (sav) Efendimiz ile Ebû Bekir Sıddık (r.a) Hazretlerinin girdikleri o mağara gizlenebilecek gönül mağarasıdır ve orada korkulmaz. Cenab-ı Hakk, onlara Kur’ân-ı Kerîm (Tevbe 9/40) âyet-i kerîmesinde,
“lâ tahzen innallâhe meanâ”
“Mahzûn olma! Muhakkak ki Allah bizimle berâberdir” diyordu.”
Allah kendileriyle birlikte, Hz. Resûlullah da zâtıyla mevcûd olduğunu bildirmiştir.
Zararlı nefsî güçlerden korunmak için bir müddet “gönül mağarasında” gizlenmek gerekmektedir.
Dışarıda ise, iki aciz varlık onları korumuştur, ki bunların biri örümcek, “yer ehli” diğeri de, güvercin “gök ehli”dir.
Her ne kadar bunlar zahiren “nefs-i emmâre” hükmünde iseler de, onlarda bulunan zâtî tecellî dolayısıyla zararları değil faydaları olmuştur.
İşte sen de Rabb’ınla gönül mağaranda gizlenirsen ne gök, ne yer ehlinden kimse sana kötülük yapamadığı gibi, yardımcı da olurlar.
Göçük altında olan, ümmetlerinden kalanlar var. Allah c.c ayette belirtildiği gibi onlarladır. Yaşamla ölüm arasında kalan yaşantıda Allah-u Teala’nın görünmez orduları onların yanında. Bebekler özellikle çocuklar ve çok yaşlı olanlar dikkatimi çekti. Günlerdir göçük altında değillermiş gibi sevinçle ve sükut halde, bazısı gülerek, bazısı dualar ederek, agucuklar saçarak göçük altından alındılar. Bunu sağlayan nasıl bir kudret, nasıl bir koruma ve de eman içindeydiler. Ol deyince olduran Rabbim, korun deyince iğne batmadan bedenine kurtaran da Rabbim.
Dileğimiz ve duamız, tüm insanlığın ve özelliklede Ümmet-i Muhammed’in böyle ağır bir imtihanla felaketlerle karşılaşmaması.
Ölenlerimize Allah’tan rahmet, şehadet mertebesinin en yüce mertebesi ve şerefiyle nasiplenmelerini dilerim.Kalan deprem gazilerimize de Allah’tan acil şifalar dilerim.
Ülke bizim, insan bizim, acı bizim, Allah’ım sabırlar versin.
Ülkemizin doğu ve güney bölgelerinde yaşanan depremlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum, geride kalanlarımıza da sabırlar dilerim.
MEDİNE DEMİRCİ KÖRÜGÜ GİBİDİR
Araplardan bir cemâat, Medine’de Rasûlullah (s.a.v.)’ın yanına gelip, müslüman oldular. Bir müddet sonra Medine vebâsına tutuldular. Geldiklerine pişman olarak Medine’den çıkıp gittiler. Ashâb-ı Kiram’dan bazıları onları karşılayarak:
“Siz ne diye dönüyorsunuz?” dediler.
“Medine vebasına tutulduk, Medine’den nefret ettik!” dediler. Onlara:
“Rasûlullah, size güzel bir örnek değil mi?” diye sordular. Bazıları münafıklık ettiler, bazıları da etmediler. Çünkü onlar müslümandılar.
Medine’den çıkıp gidenler hakkında Peygamberimiz (s.a.v.):
“Medine, demirci körüğü gibidir; temizi kor, kiri, pası, dışarı atar!” buyurdu.
Yüce Allâh (c.c.)’da indirdiği ayette:
“Size ne oluyor ki, münâfıklar hakkında iki fırka oluyorsunuz? Allâh, onları kazandıkları şey yüzünden tersine döndürmüştür. Allâh, her kimi saptırırsa, artık sen onun için bir yol bulamazsın! ”
Asr-ı Saadet’ten muştun var
Her köşende anlatılan hikayeler
Biter mi yaşanmışlıklar
Tarih ve hayatlar
Adını kalp koysalar yeridir
Dünya merkezinde önemin
Boğazın, denizin, ormanın
Dillere destan her bir yerin
Peygamberim metheder
Seni fetheden komutan ve askerini
Kutlu şehir muştulu şehir
Mübarek olsun nûrlu şehir
Adın surlarla anıldı
Geçilmez bentler sarıldı
Var mı böyle şânlı ordu ve komutan
Dünya bu komutana hayran kaldı
Adınla çağ açıldı çağ kapandı
Tarih seni hep güzel andı
Boğazın, serin suların
Tepelerin , seyir yerlerin